2 Aralık 2013 Pazartesi

Bir Sarhoşun Ölümü 2

İki elinizle boğazınızı sıkın biraz ama nefes alamayacak kadar değil.Sonra şut çeker gibi bütün gücünüzle duvara tekme atın.Vücudunuza yayılan acı midenizi bulandıracaktır.Mutfağa gidip soğanı paramparça edin.Sonra toz formunda olan herhangi bir şeyi ağzınıza boşaltıp hızlıca içinize çekin ve bütün organlarınız ağrıyana kadar öksürün.

İşte tam olarak böyle hissediyordu.
Çok rüzgar vardı,hava buz gibiydi.Vücudunun uçlarında kalan uzuvların hepsi soğuktan hissizleşmeye başlamıştı,hani çok üşüyünce bir yanma olur ya öyle hissediyordu.Rüzgar gözlerini sulandırmıştı tam göremiyordu,kulağında ise rüzgarın uğultusu vardı.Kimsenin ilgilenmediği ağaçlık bir alandaydı,her tarafı ot bürümüştü,geçmişte buranın çim ekili bir alan olduğu belliydi.Gecenin geç saatleriydi,çatısı olmayan,duvarları ise yıkılıp dökülmüş ortalama yarım metre kadar kalmış beş metrekarelik bir alanın ortasında bir taşın üstüne oturmuştu.Biraz kafası güzeldi,rüzgar ondan önce davranmadan sigarasını içmeye çalışıyordu.

İleride ağaçların arasında bir karartı gördü.’’ Kim ki bu saatte? ‘’ Bir süre sonra bu karartının bir bayan olduğunu fark etti.’’ Hiç mi korkmuyor? ‘’ Bayan geldi ve hiçbir şey söylemeden az ilerisindeki taşa oturdu.Kocaman gözleri vardı ve beyaza yakın renkte açık saçları vardı.Çok güzel olduğu söylenemezdi ama bir cazibesi vardı.Dayanamadı ve konuştu

- İyi akşamlar
- Size de iyi akşamlar

Olgun bir sesi vardı

- Burada ne yapıyorsunuz?
- Siz ne yapıyorsunuz?

Hehe,fırsat ona geçmişti,hafiften kafası iyiydi,çok yoğun duygular içindeydi,estetik laflarla duygularını anlatıp bayanı etkileyecekti

- Yalnızlığımla dertleşiyorum
- Bana pek yalnızmışsınız gibi gelmedi

Ne demeye çalışıyordu bu kadın?

- Ben varım ya,anlamadın mı?

Neydi bu ani samimiyet?

- Tamam da siz yokken yalnız başıma oturuyordum
- Hayır ben hep vardım,sadece az önce yanına geldim

Taşak mı geçiyordu?

- Tanımadın di mi beni?
- Hayır tanımadım
- Kim olduğumu söylersem hiçbir artistliği kalmaz zaten,kendin bul

Kim olabilirdi ki bu kadın,hiç mi hiç hatırlamıyordu

- Sizi nereden tanımam gerekiyor
- Geceleri düşün,son sigaranı içip yatağa yatıyorsun ya,o anları düşün

Yattığı zaman ne oluyordu ki? Yatağını açar,sırtüstü yatar,gözlerini kapatır ve düşünürdü.
Ne düşünürdü? Mutlu olmayı düşünürdü,bir gün kaygısızca birinin dizine yatmayı düşünürdü,sevmeyi düşünürdü,onu sevecek birini düşünürdü.

- Güzel yaklaştın ama bir şeyi unutma sadece geceleri değil,bütün gün seninleyim

Hassiktir,düşüncelerini de görüyordu;kimdi,neydi bu kadın?
Bütün gün onunla olan, evet bu oydu.Hayallerindeki kadın.Günlük yaşamında her hareketini görse ne tepki vereceğini düşündüğü ideal kadın.Sevdiği kadın.Yalnızlığının eseri.Bilincinin kendisi.

- Hahahahahahahahaha,sen nasıl geldin lan buraya,bende diyorum kim bu,söylesene baştan
- Şaşırmamış gibi yapma zırtapoz,düşüncelerini görebiliyorum bana oynamana gerek yok.
- Tamam şaşırdım ama o kadar da şaşırmadım,bir gün konuşacağımızı biliyordum

Ne anlama geliyordu peki burada olması,onunla mutlu bir hayata başlayabilecek miydi yoksa başka bir anlamı mı vardı?
Kadının yüzü düştü,mutsuz gözüküyordu.

- Olmaz mı yani,basıp gidemez miyiz buralardan,öyleyse niye geldin?
- Bana ulaşamazsın,keşke gidebilsek ama ben gerçek değilim ki

Gerçek neydi ki? Bir şeyin var olması için var olması yetmiyor muydu? Madem üzerine oturduğu gerçek taş zihninde gerçek olamayabiliyordu,zihninde oluşan bu kadın niye gerçek olamıyordu.Kesinlikle olabilmeliydi,bir yanlışlık vardı.

- Seni seviyorum
- Biliyorum,bende seni seviyorum
- Gidelim o zaman,kim engelleyebilir bizi?
- Gidebiliriz ama bunun bir dönüşü olmaz.
- Olmasın,üşüyorum ve bok gibi hissediyorum,niye geri dönmek isteyeyim

Kadın cevap vermedi,yere bakıyordu,gözünden yaşlar akmaya başladı.Hava nedense ısınmaya başlamıştı,aslında o çok iyi biliyordu neden ısındığını ve kadının niye ağladığını,sadece kendine itiraf etmiyordu.

- Niye ağlıyorsun?
- Biliyorsun,hoşuma gitmiyor işte,seni çok seviyorum.
- Beraber olmayacak mıyız sonuçta
- Evet olacağız
- O zaman üzülecek bir şey yok,kalk hadi zamanı gelmişti,gidelim

Kadın ayağa kalktı,yanına yaklaştı eğildi ve öptü.Gözlerinden akan yaşlar yüzüne damlamıştı.Elinden tuttu ve kaldırdı

- Gidelim sevgilim.

Ağaçların arasında kayboldular.




22 Kasım 2013 Cuma

Parlaklık ve Sevgi

Bir alış veriş merkezindeydi,hani şu varlıklarıyla ülkemizi kalkındıranlardan,geliştirenlerden.Işıklar çok parlaktı ve samimi değildi. ‘’ Her gün binlerce canlının savaşlardan,açlıktan,sömürüden,ihmalsizlikten öldüğü bir dünyada hiçbir güzellik samimi olamaz.Yapay eğlence kutuları sizi,insan böyle bir ahmak işte sikimsonik binalar yapıyor,içine çok fazla parlak şey koyuyor,sonra gelip bu şeyleri alıp mutlu oluyor,parlak şeyler giydiği ve etrafındakilere güler yüzlü davrandığı için kendini iyi bir insan sanıyor. ‘’ Dünyanın en yorgun adamıydı,saçı sakalı birbirine karışmıştı,üstünde yırtık bir parka ve yamalı pantolon ve rengi kaçmış kirli bir kazak,sırtında ise içinde ne olduğunu bilmediği ağır bir çanta  vardı.Burada ne yaptığına gelince bunu kendiside bilmiyordu,o an yaşama dair gerçekleştirdiği tek eylem düşünebilmekti,onun dışında herhangi bir şey yapmaya dermanı yoktu zaten.Ya parlaklığa aldanıp kendi girmişti belki bir gram sevgi bulurum diye,ya da sistem onu içeri almıştı.Işıklar gözünü alırken yürümeyi çalıştı,insanlar mutlu gözüküyordu. ‘’ Mutluluk paylaştıkça var olmalı ama ben mutsuzum. ‘’ Önünde bir yokuş gördü alt kata inen.Bu böyle bir alış veriş merkeziydi,post modern olacam diye kasılmış kasılmış en son merdiven yerine yokuş koymaya karar vermişti.Yokuşun başında ilk adımını atacaktı ki kendi ağırlığını taşıyacak enerjisi kalmamıştı.Yokuştan aşağı yuvarlandı,çantası da yanından kaydı.Yokuşun sonunun biraz ilerisindeydi,dizlerinin üstünde doğrulmaya çalışıyor ama yapamıyordu,bu lanet olası parlaklıkta ona yardım edecek kimse yoktu ‘’ Amına kodumun yalancı parlaklığı. ‘’ Birden bulanık görüşüne rağmen hoş bir bayan fark etti kendisine doğru ilerleyen.Bu bayan çekiniyordu kendisinden çünkü kıyafetleri ve yanakları yeterince parlak değildi.Çekingen bir şekilde kendisine yaklaştı,bu bayan ne kadar parlaklık kölesi zihniyet tarafından lekelense de içinden yükselen iyilik bulutu bir istisna gibi yayılıyordu havaya.Koluna girdi ve onu kaldırdı,dünyanın en mutlu insanı kıldı onu bir an için,bu kadar sahtekarlığın arasında sevgi görebilmişti ki tek ihtiyacı olan da buydu.Bayana teşekkür etmek için vücudunda kalan son enerjiyle ağzını açmaya çabalıyordu ki bayan kendisine tebessüm edip hızla uzaklaştı.Hani karanlık bir odada biri elinde mumla gezdiği zaman gittiği yeri aydınlatır ya bu bayan onun için tam tersi etkiyi yapmıştı,yalancı parlaklığı söndürüp gerçek olan karanlığı gösteren bir kandil gibi yanında bulunmuş ve uzaklaştıkça onu tekrar samimiyetsiz,tatsız bir orospu çocuğu olan parlaklığın içinde bırakmıştı.Son enerjisini de bu düşünceye harcayıp bulunduğu yere yıkıldı.

Tekrar uyandığında bir ormandaydı.Orman bir tepenin üstünde bulunmaktaydı ve tepenin dibinde bir göl başlıyordu.Ağaçların arasından göle baktı.Bu sefer de parlaklıklar vardı ama olması gerektiği gibiydi,samimiydi kimi yerler karanlık kimi yerler parlaktı.Doğruldu ve nefes aldı,evet olması gereken koku buydu samimiyetsiz parfüm kokuları değil.Doğanın ruhunun sesini işitti bir anda kulaklarında,her yerden geliyordu bu ses,topraktan,ağaçlardan,havadan ve gölden.
‘’Aradığın sevgiyi gölde bulacaksın Rakkaus,gölün ortasındaki siyah bölgeye git ve dal,aradığın samimi sevgi seni orada bekliyor’’
Kalbi hızlandı,bu gerçek olamazdı,bu kadar kolay mıydı ulaşması? Koşmaya başladı ağaçların arasından,kendini hiç bu kadar mutlu hissetmemişti,koştu koştu gölün kenarına gelince hiç duraklamadan direk göle atladı ve yüzmeye başladı siyah bölgeye doğru,elinden geldiğince hızlı yüzüyordu ve daldı.
Siyah bölgede bir su altı yamacı vardı ve yamacın sonunda büyük bir kemer gözüküyordu.İlerledi ve suyun altında nefes alabildiğini fark etti.Dibe ulaşmak için çaba harcamasına da gerek kalmamıştı bir süre sonra,kendiliğinden batıyordu.Kum zeminde biraz yürüdü ve kemerin önüne geldi.Kemerde büyük harflerle ‘’LETHE’’ yazıyordu.Bir yerden çıkaracaktı bu kelimeyi ama o an hatırlayamadı.Kapının önünde mavimsi bir su meleği beklemekteydi.
‘’Merhaba’’ dedi Rakkaus.
‘’Merhaba,hoş geldin Rakkaus.’’
Sesi muhteşemdi,sonsuza kadar sadece bu sesi dinlemek istedi.
‘’ Hoş bulduk,girebilir miyim içeri? ‘’
‘’ Tabiki girebilirsin ama girmeden önce seni bir konuda uyarmam lazım Rakkaus,burası Lethe’dir yani Unutma Nehiri.Buraya girdikten sonra bir daha sen olmayacaksın,her mükemmellik gibi sevgiye karışacaksın ama seninle ilgili hiçbir şey var olmayacak,sadece sevginin bir parçası olacaksın. ‘’
Şimdi hatırlamıştı Lethe’yi mitolojiden.
‘’ Sevginin bir parçası olmak anlamlı mıdır peki ? ‘’
‘’ Sevgi ne kadar anlamlıysa o kadar anlamlıdır Rakkaus. ‘’
Yok olmaktan korkmuyordu,zaten var olmaktan bir keyif almıyordu ama anlamsız da olmak istemiyordu,beyazın içindeki siyah,siyahın içindeki beyazdı o ömrü boyunca bunu seçmişti,kibirle yaklaşmıyordu sadece farklı olanın farklı olmayana bir şeyler verebileceğine inanıyordu,bu yüzden buraya giremezdi,tabiatına tersti.
‘’ Ben unutmasam olmaz mı? Unutmadan mutlu olamaz mıyım ? ‘’
‘’ Farkındalık acı demektir Rakkaus,ne yazık ki olamazsın. ’’
‘’ Asla mutlu olamayacağım yani ’’
‘’ Ne yazık ki Rakkaus sen sen olduğun sürece asla mutlu olamayacaksın,mutlulukla aranda duygulardan bir duvar var. ‘’
'' Sonsuz sevgi dolu bir güzelliğe aşık olacak mıyım peki ? ''
'' Belki olursun belki olmazsın bunu bilemem ama olsan bile aranızda hep bir engel olacak,senin kaderin mutsuz olmak Rakkaus ''
‘’ Güle güle o zaman,kendine iyi bak melek ‘’
‘’ Görüşürüz Rakkaus,elbet bir gün geri geleceksin zaten ‘’
Gözleri açıldı,etrafında bir sürü garip kıyafetli insan ve parlaklık vardı.
‘’Efendim iyi misiniz? ’’
Güçlükle ağzını açtı.

‘’Efendinin amına koyayım ‘’




1 Kasım 2013 Cuma

Normalleşmek

Normalleşmeye mi başladım yoksa?

Gözlerim parlamıyor mu eskisi gibi


Rakkaus'un cebinden çıkardığı üç beş çöp parçası olabilir miyim

Ölümüm mü güzel kılan beni yoksa


Kalbimin içinde pompalanan kan

Ne kadar gerçek,ne kadar rüya

Hep rüya mı kalmalıydı yoksa


Parmak uçlarında hissettiğim dünya

Sığar mıydı bir bedene

Alemlerin kendisiydi oysa


Cesedimin içinden çıkarılan mavi ışık

Ben miyim

Sen misin yoksa?


Varlığımı kanıtlamaya çalıştığım varlık

Var mıyız

Var mıydık

Yok muyuz yoksa?




10 Ekim 2013 Perşembe

Köpek

Bugün çok ilginç bir şey söylemeyeceğim,sadece bozuk kafamdan geçen birkaç düşünceyi söyleyeceğim.
Alkolü niye içiyoruz?
Aga içiyoruz çünkü alkol sinir sistemini uyuşturuyor,yavaşlatıyor.
Derdin varsa daha çok içesin gelir ya,bundan işte,uyuşsun da acısı gitsin diye.
Ama alkolün ilginç bir etkisi var
Beynin normalde içgüdülerinin ve duygularının üzerine akıl ve mantık yoluyla kalıplar dizer,hareketlerini yönlendirir ve değiştirir.
Alkol aldığın zaman beynin bunları kaybeder,geriye temel duyguların ve iç güdülerin kalır.
Bu yüzden içtikten sonra halay çekersin,bağıra bağıra şarkı söylersin,sağı solu tekmelersin,eski sevgilini ararsın.

Bir de rüyalar var,
Rüyalar var ki,çok pisler, bir o kadar gerçekler.
Kokular,dokunmalar,görmeler o kadar gerçek ki seni hiç uyandırmasalar ömür boyu o dünyada yaşayabilirsin.
Dün akşam bir rüya gördüm,anlatmayacağım uzun uzun ne gördüğümü,sadece bu rüyanın beni derinden etkilediğini bilin yeter
Sabah uyanınca direk sigara içtim,sigara içerken de ‘’ In my dreams, i can see you,i can tell you how i feel,i still feel the pain,i stil feel your love’’ diye takılıyordum.
Günüm bok gibi geçti bu hislerin etkisinde,bende iç güdü olarak gece alkol aldım biraz.
Yeterli tesiri aldıktan sonra ne hissettim biliyor musunuz?
Sarılmak istedim aga,sadece sarılmak,sevmek ve sevilmek istedim.
Ama bunu yapamam,çünkü bizim kurallarımız,komplekslerimiz,korkularımız,kibirlerimiz,taktiklerimiz,stratejilerimiz var.
İçimde patlayan hisleri hiçbir yere yansıtamadan içimde sindirmeye çalışarak eve yürürken siyah bir sokak köpeği gördüm.
Göğsünde çok az beyaz bir kısım vardı,dişiydi.
‘’Pişt,gel’’ falan dedim,direk geldi kuyruk sallayarak.
Mazlum kafasını sevdim,ben sevdikçe o coştu,yerlere yattı,yaladı.
Ben sevdim,o beni sevdi.
Gözüm doldu.
O kafayla sanki beni anlayacakmış gibi ‘’Oğlum size bir şey yapanın anasını avradını sikerim,siz mazlumsunuz lan,siz masumsunuz,siz benim kardeşimsiniz lan,siz benim canımsınız’’ diye kendisine duygularımı anlattım.
Bir şey söyleyeyim mi?
Anladı lan, öyle bir anladı ki,kelimelerin anlamını bilmese bile,gözündeki parıltıdan hislerimi algıladığını gördüm.
Ve ona çok fazla sevgi verip,sonra eve gittiğimde üzülmesin diye, sevmeyi bırakıp yoluma devam ettim.
Eve kadar takip etti,yol boyunca üstüme atladı,elimi yaladı.
Kulağındaki belediye etiketi,soyuna yapılan saygısızlığı gösteriyordu resmen.
Bir canlıyı numaralandırmak ne demektir
Onun bir adı vardır lan
Onun bir canı,bir ruhu,bir karakteri,hisleri vardır lan
Nasıl bir canlıya 13968 diyebilirsiniz lan
Şimdi biz onlara hayvan,kendimize insan diyoruz
‘’Biz düşünebiliyoruz,onlar düşünemiyor, bu yüzden bu kadar geliştik’’ diyoruz
Eve geldim,haberler açıktı
Bursa’da katliam,tekel bayiine silahlı saldırı,bir genç ölü
Annesinin sinir krizi anı
Nereye geliştin orospu çocuğu
Nereye geliştin yurdunu siktiğim
O gelişmemiş adamlar,sadece sevgi verirken
Sen hala kendi türünü katleden bir canavarsın.
Eve geldim,sadece sarılmak isteyerek
Köpek dolaştı sadece beni arayarak,
İnsanlar sosyal medyada paylaşımlarda bulundu
Kendini kanıtlamaya çalışarak
Şimdi soruyorum size lan

Ne kadar geliştiniz?




18 Eylül 2013 Çarşamba

Son Yakarış

Sen hiç geceye uyandın mı sevgili

Sen hiç tırmanırken alçaldın mı

Bir dert yaktın mı bir sigarayla,çektikçe ciğerini dağlayan


Ölüm gibi baktın mı gözlerine aşkın? 

30 Ağustos 2013 Cuma

Göktuğ Öyle Bir Adamdı

Görmek ölçek gibidir,hani coğrafyada olan
Ölçün azaldıkça gördüğün alan artar
Senin ölçün ondan daha küçüktür,bununla övünmezsin,öyledir sadece
O der ki orası bir sokak
Sen dersin ki orası bir mahalle
Hayır! inanmaz!
Orası bir sokak der.
Sen dersin ki,bence orası bir mahalle ama bir şehir de olabilir
Hayır! Orası bir sokak der ve sorgulatmaz
Göktuğ ülkeyi görürdü ve o öyle bir adamdı

Göktuğ'un gözleri olmayabilirdi

Göze ihtiyacı yoktu onun ki
Kalbi gözlerinden daha iyi görürdü
İnsanlar birbirini yargılardı götüne göre her gece
Göktuğ bakardı ve siktir çekerdi

Göktuğ öyle bir adamdı

Bakmakla görmek arasında fark vardır derler
Doğrudur bence
Bakmayı yıllar önce bırakmıştı zaten Göktuğ
İnsanları bakmaktan görmeye itelemeyi çalışırdı sadece
Sikinde değildi nerede olduğu
Sadece anlaşılma isterdi o
Bir de sevgi
Göktuğ yardım ederken sırtından vuruldu

Göktuğ öyle bir adamdı

Öfke kötüdür derler
Bence de kötüdür öfke
Gözlerini karartır,insaniyetini kişisel bir duyguya dönüştürür
Göktuğ öfkelenmedi
Öfkesini midesine attı
Ve midesine olabildiğince sindirip
Öfkeyi küfüre çevirdi
Ve olabilecek en zararsız şekilde attı onu dışarı

Göktuğ öyle bir adamdı

Türkiyenin yüzde altmışı aptaldır dedi Aziz Nesin
Farklı mıydı yoksa böyle kalmış aklımda
Bence sadece Türkiye değil
Dünyanın yüzde doksan dokuzu aptal
Ve o yüzde bir hayatının kırıklarını sanatla yamar
Azdır onlar
Belli bir kısmı tarihe geçer
Daha büyük bir kısmı ise tarihe geçmez,isimsiz kahramanlar olurlar
Göktuğ hayatını sanatla tamir ederdi
Ve her gece ölürken bir yandan yaratırdı
Çöküşünü insanlığa faydalı hale getirirdi
O isimsiz kahramanlardandı
Çünkü

Göktuğ öyle bir adamdı

Bir kuşun kanatlarını kırın
Onu yerde yürümeye ikna edebilir misiniz?
Asla!
O süzülmeyi görmüştür çünkü
Rüzgarın gözlerine vuruşunu yaşamıştır
Göktuğ da uçardı
Onu yere indirmeye çalışanları sallamazdı
Çünkü o bilirdi süzülmek varken zıplamak nedir ki!?
Göktuğu zincirlere vurun
Zindanlarda çürütün
Eziyet edin
Öldürün
Asla vazgeçmeyecekti sevmekten
Çünkü o uçmayı tatmıştı
Çünkü

Göktuğ öyle bir adamdı

İnsanlar acılarını tutamaz,patlarlar
Üçüncü sayfayı süsleyecek haberler çıkarırlar
Zarar verirler,yıkarlar
Göktuğ sadece kendine zarar verdi
Çünkü o kocaman vicdanı asla elvermezdi
Zulme ve kahpeliğe
Niye böyle yaptı derseniz

Göktuğ öyle bir adamdı

Kardeşimdi

O harbi bir insandı.






20 Ağustos 2013 Salı

Realizm ile İdealizmin Aşkı

Seni ilk gördüğümde bakmıştım gözlerine. '' O gözlerine . ''  Beni benden alıp , denizin ortasında yalnız başıma bırakan gözlerine. Hani şafak sökerken , serin bir rüzgar yüzünü okşar , bu rüzgar havadaki o kararsızlık ve karışıklıkla , aynı zamanda karmaşadan doğan müthiş uyumla birleşip , ensende bir ürperti yaşatır , gördüklerin seni coşturur , kalbin ise çöküşle doğuşun arasında bocalar ya , bir bakışın bunları yaşatmıştı bana.

- Ne dediğini bilmiyorsun sen !

- Hayır ! Hayatımda ilk defa ne dediğimi çok iyi biliyorum ! İlk defa yaşıyor ve aynı zamanda ölüyorum! Gözlerim seni arıyor , bir mıknatısın öbür mıknatısı araması gibi , sabahın ilk ışıklarının denizdeki yansımasını kuru bir ağacın dallarının arasından izlemek gibi , bir hayvanın yaşam sevinciyle bir Norveçlinin ölüm istenci gibi !

- Bir çukura düşmüşsün sen ve hayatı o çukurdan ibaret sanıyorsun. Halbuki hayat o kadar tiyatral değil. Bir kaç saat sonra güneş doğacak , eve gideceksin , ekmekten bir parça koparıp ağzına atacaksın. Üstünü çıkarıp yatakta bir öküz gibi uyuyacaksın. Mutlu olabileceğini mi sanıyorsun !? Asla mutlu olamayacaksın!

- Mutlu olmayı isteyen kim realizmin melek yüzlü şeytan taklidi yapan meleği ! Sen bir Nastasya Fillippovna'sın , realizmle kendini şeytan yapmaya mahkum etmişsin , halbuki bir idealizim meleğisin. Bense asla bir Mişkin olamayacağım ama bir Rodion Romanoviç olabilirim.

( Bir süre denize bakıp düşündü ve devam etti )

Mutlu olup napacakmışım bir ahmak gibi yaşadıktan sonra ! Sabahın yedisinde , bok gibi bir mideyle traş olduktan sonra ! Renkleri göremedikten , üstümde gezinen küçük örümceklere üflemedikten , rüzgarda tüyleri dalgalanan bir karganın gözüne bakmadıktan sonra ! Şişman , hamile , siyah bir köpeğin pembe dilini görmedikten sonra ! Varsın mutluluk senin olsun , ben hayallerde dolu dolu yaşamaya razıyım ! Ama şunu unutma , beyazları giydiğimiz zaman , sen mutluluğu aramakla geçmiş mutsuz bir ömür yaşamış olacaksın. Ben ise mutluluğu aramak yerine bütün hisleri yaşayan , hemde tam anlamıyla yaşamış bir sanat parçası olacağım !

- Madem öyle , niye süslü püslü cümlelerle aşkını itiraf ediyorsun bana ?! Madem aramıyorsun mutluluğu , niye bana hislerini anlatarak mutlu olmayı delicesine istiyorsun ?! Yalancısın işte , kendini kandıran bir yalancı !

- Ben mutlu olmayı istemiyorum. Seni istiyorum ! Seninle sarı da  , kahverengi de , beyaz da , yeşil de olmak istiyorum. Sen '' O '' sun çünkü. Bir Serdar Ortaç zımbırtısının yanındaki Beethoven senfonisisin. Çamurlu kıyının ilerisindeki açık denizsin , Rodion'un yaralı ve çılgın kalbine ulaşabilen Sonya olabilirsin.

- O romanları bende okudum ,  ve onları roman yapan şey ne biliyor musun ? Gerçek olmamaları ! Sen benim kendimi zehirlediğimi sanıyorsun ama zehirli olan ben değilim , Dünya ! Ve zehirin içine gırtlağıma kadar batmışken nasıl temiz olabilirim ? Senin gibi kendimi mi kandırayım ? Soyutlayayım mı kendimi ? Nasıl hayatta kalacağım peki ?

- Güneş nasıl hayatta kalıyorsa öyle kalacaksın , insan elinin değmediği tabiat her gün nasıl sanatını icra ediyorsa öyle kalacaksın. İçindeki kudretin farkında değilsin , istersen her şey olabilirsin , cehennemde bir melek , siyahta bir beyaz , zehirin içinde bir panzehir. Kendimi kandırdığımı mı sanıyorsun ? Kendini kandıran sizsiniz ! Dünyanın değişemeyeceğine inanmış olanlar ! Sadece müzik dinleyin , yanıldığınızı anlayacaksınız ; bahçedeki su birikintisinin içinde düşmüş bir karıncayı kurtarmak , bu bir devrimdir ! , Bu dünyayı değiştirmektir ! , Düşünmek ! Bu bir devrimdir ! , Devrimcileri düşün ! Hepsi dünyayı değiştirebileceğine inanıyordu ! Bugün onları mı hatırlıyoruz ve konuşuyoruz yoksa paradigmanın sıradan kum tanelerini mi ?

- Onların bir şey değiştirebildiğini mi sanıyorsun ! ( Gözünde bir damla yaş birikmişti ) Değiştirdilerse dünya niye bu halde ! Ben istemiyor muyum sanıyorsun kuşların kanatlarına tutunup gitmeyi ! Bir kar tanesi gibi özgürce süzülmeyi ! Hayatımı bir Rodionla paylaşmayı ! Ama korkuyorum anlasana ! ( Artık resmen ağlıyordu ) Gerçekliğin güneşi balmumu kanatlarımızı eritecek diye korkuyorum ! Sabah yedi hayallerimizi çalacak biliyorum , içimdeki şeytan Rodion'u yaralayacak biliyorum , hamlığın Rodion'u , yetişkinliğin Generali olacak biliyorum ! Nefret ediyorum bu dünyadan ! Bende sevebilmek istiyorum !

- Onların devrimleri paradigmayı değiştirmedi belki ama , güzel insanların kalplerine aşkın tohumlarını serptiler ! ( O da ağlamaya başlamıştı ) Onlar öğretti bize özgür olmayı ! Kafamızın içindeki zindanlardan çıkmayı ! Sen istemedikten sonra hiçbir şey seni korkutamaz , sen istersen bir melek olabilirsin , gerçekliğin griliğine kırmızı bir siktir çekebilirsin ! Şimdi hiçbir şeyden korkma ve elimi tut , müziği sende duyacaksın. Gel meleğim onlara bizi sindiremeyeceklerini ve aşkı öldüremeyeceklerini gösterelim ! Gel meleğim , gerekirse biz de ölelim ama aşkımızla öldükten sonra geri gelip Sith'lerin ağzını açık bırakan Obi Wan gibi gelelim. Gel meleğim gülerek yürüyelim ölüme , gel meleğim , biz de aşkın içinde eriyelim. Seni çok seviyorum meleğim ve sevgiye gidiyoruz...

El ele tutuşarak güneşe yürüdüler.









13 Ağustos 2013 Salı

Duneçka'ya Mektup

Sevgili Duneçka,

Gözüm uzakları görmüyor,biliyorsun miyopum.Ama kulağım uzakları duyuyor,müzik gibi geliyor hayat bana.İnsanların kullandıkları her sözcük,ses tonları uzun bir senfoninin parçası gibi,bazen eşsiz bir arpej oluyorlar,bazen sinir bozucu,uyumsuz akorlar,harmoniler oluyorlar.Ve ben bu senfoninin yazarı,kayboldum şarkımın içinde,kalbimin derinliklerinde bir ışık var hala,bana yolu gösteren.

Sevgili Duneçka,ışıklar var ya,hepsi bir şeyler anlatıyor biliyor musun? Öğlen güneş tepedeyken bir şeyleri,ruhunu,hissettiklerini bize haykırıyor.Batarken kırılıyor,karanlık çökerken bize sitem ediyor.Sevgili Duneçka,her gün gökyüzünün benzer tablolar oluşturduğunu sanıyoruz ya,yanılıyoruz,her gün farklı bir şarkı,özleri aynı,gözleri farklı.Fotonlar bize çarpıp enerjilerini veriyorlar ya,aslında her seferinde farklı çarpıyorlar.

Bazen güneşten bunalırken üşürsün Duneçka,yani böyle işte,hayat koca bir dramatizm ile kuru bir realizmden ibaret bazen.Bazen metafizik bir sahne.

Duneçka bunları sana niye anlatıyorum bilmiyorum.( Daha klasik bir cümle kurabilir miydim? ) Ama öyle bilmiyorum gerçekten.

Sen gururlu bir kızsın,akıllısın,güzelsin,asilsin.Beni sen anlarsın diye düşündüm belki de.Çünkü ruhum koyu mavi,lacivert ve siyah çırpınışlar içinde,pembe,turuncu ve kızıl bir isyana ve anlayışa ihtiyacım var heralde ve en önemlisi beyaza,saflığa ve asalete yani mermer rengine ihtiyacım var.Biraz cüretkar olduğumu biliyorum Duneçka,kusuruma bakma,yeşilliğimden ileri geliyor bu hareketlerim.

Sevgili Duneçka,hani bazen deniz kenarında otururken akşam vakti,ay gökte parlar ve tektir,kendisinden başka hiçbir şeyin gözükmesini istemez.O ay'ı çevreleyen karanlık olmak istiyorum ve böyle hissetmemi sağlayacak bir tek sen varsın dünyada Duneçka! Ölmekte olan vücuduma bir nefes olabilirsin Duneçka.

Biliyorum,çıkarlarımdan dolayı seni seviyormuşum gibi geliyor sana ama inan ki seni sevmeme sebep olan sana muhtaç olmam değil,sana muhtaç hissetmeme sebep olabilmendir. Evet Duneçka,geleneklerinizi,tabularınızı,rutinlerinizi hiçe sayıyorum ve seninle bu kadar açık konuşuyorum.Çünkü ben buyum ve seninle maske takmamdansa yüzümü göstermemi tercih edeceğini biliyorum. Duneçka,hastayım,dengesizim,dalgınım,yorgunum,yanlışım ve hayalperestim ve bütün bunlarla seni seviyorum,geri dönmesen bile bundaki dürüstlüğün ve samimiyetin için minnettarım.

Tüm kalbimle seni seviyorum dünyanın en güzel tablosu.


13.08.2013

2 Temmuz 2013 Salı

Ütopyadan Distopya'ya

Hayat bir masalmış,göz açıp kapayınca bitmiş
Hayat bir yalanmış,bitince çıkmış foyası ortaya
Gözümü kapayınca geliyorlar,engel olamıyorum
BENLİĞİMİ BENDEN ALIYORLAR!
Sevdiğim her şey ölüyor,bende batıyorum
Kemiklerime kazınmışlar,kaçamıyorum
Seviyorum,sevdikçe yaşıyorum,sevdikçe ölüyorum
Rengarenk hayallerle birlikte düşüyoruz gerçekliğin griliğine
İmkansız gibi geliyor,ütopyadan distopya’ya uyanmak
Sen gerçeksin,ben gerçeğim,sevgim gerçek,biz sanalız
Her makine çalışabilir,her sistem düzelebilir,her hayal gerçek olabilir
Ama bozuk parçayı ben bulamam yerini bir tek tanrı biliyor
Ağaçların arasında yürüyoruz,birbirimizi seviyoruz,sevdikçe yaşıyoruz
Gözümü açıyorum boğuluyorum
Fon flulaşırken gülüşün bulutların arasından çıkan güneş gibi parlıyor
Gözümü açıyorum kanıyorum
Bir daha bir araya gelmesi imkansız milyarlarca mutlu anı yaşıyoruz,yaşamışız
Gözümü açıyorum,ruhum yok oluyor
Her şarkıda,her resimde,her dizede,hayatın kendisinde seni görüyorum
Ben gözümü kapamak istiyorum
Bir daha uyanmamak istiyorum
Senin ütopyan yoksa da yokluğun huzuruna kavuşmak istiyorum

Anılarda yaşamaya gidiyorum.



24 Haziran 2013 Pazartesi

Yalnızlığın Periyodik Bulantısı

Kimse sonsuza kadar yanında olmayacak,düşeceksin ve yalnız kalacaksın.
Bir kuş konacak camına,yaralı ve mazlum,eline alacak,yaralarını saracaksın.
Sevgi verecek,sevgi alacaksın.
Yürüyeceksin bir yolu,bitecek,bir başkası çıkacak onu da yürüyeceksin.
Belki yürümek istemeyeceksin,belki yürümek isteyeceksin ama o yolu istemeyeceksin.
Fark etmeyecek orayı yürüyeceksin.
Kuş iyileşecek,sen hastalanacaksın.
Sıkıntılı gözlerle tüm umudunu o kuşa bağlayacaksın.
Kuş uçup gidecek,ellerine bakacaksın,havaya bakacaksın,yola bakacaksın,hiç birini istemeyeceksin.
Fark etmeyecek.
Yürümek zorundasın,yaşamak zorundasın,buruklukları gömmek,nefretini boğazlamak zorundasın.
Gün gelecek mezarlıkta yer kalmayacak,ağlayacaksın.
Ağlayıp cesetleri kusacaksın,boş mezarlığa yenilerini gömeceksin.
Bir kuş konacak camına,yaralı ve mazlum,eline alacak yaralarını saracaksın.
Sevgi verecek,karşılık beklemeyeceksin.
Çünkü bileceksin ki o kuş bugün yarın gidecek.



26 Mayıs 2013 Pazar

Bir Sarhoşun Ölümü

''Bir oksijen molekülü karbonhidratla tepkimeye girdi,bağlarında depoladığı enerjiyi salıverdi,eksilmişti.Farkında olmadan hemoglobine yapıştı,oradan oraya savruluyordu,özgürce dolaştığı havadan alınmış;karbonlara,hemoglobinlere mahkum edilmişti,en sonunda yorgun ve pataklanmış bir şekilde karbona yapıştırıldı,tekrar havaya atıldı.''.Gözüne ışık vurup,dikkati dağılmadan önce bunları düşünüyordu.''Tanrım,bu oksijen molekülüne ne yaptım ben?''.Kalktı,yaşadığı her an dünyaya verdiği zararların bilinciyle.''Biz insanlar aynı bedenlerimiz gibi yaşıyoruz,insanların özgürlüklerini alıyoruz,pataklıyoruz,yoruyoruz;hem sadece insanların mı,hayvanların,canlıların,maddelerin bile.''Altındaki çimlikte uzamış otlardan yoldu.Parmaklarıyla oynamaya başladı.Oynarken otun köklerinden sonra tekrar sapın geldiğini fark etti,yolduğu otun kökleri başka bir otun kökleriyle sarılmıştı,ikinci ot ilkini ölümde yalnız bırakmamıştı.''Hangi iki insan yapar ki bunu birbiri için,belki çok özel olanları;yaşam organlarını birbirine bağlayan bu iki aşık tek başlarına yaşamayı göze alamamışlar.''.Galiba boğuluyordu,çimlerin üstünde durmuş bunları düşündüğüne göre kimse tarafından anlaşılmıyordu,o da kendi mental çöküşünü natüralist zırvalarla süslüyordu.Çöküşünün ağırlığı ivmeli bir şekilde içine doluyordu.''Niye hissediyorum gerçekte olmayan bir ağırlığı,hani madde yoktan var edilemezdi,hani beş duyu yeterliydi,bu baya boru gibi ağırlık.''Çökerken ellerine baktı ve arkasındaki yeşili gördü.''Yok olsaydım daha iyi olmaz mıydı ama ya yoklukta tahmin ettiğimizin aksine ağırsa içimizdeki gibi.''.Bir silah sesi duyuldu o anda,yüz üstü çimlere devrildi,dönüp katiline bakamadı ama o biliyordu katilini,vücudundan sızan kanın içindeki oksijenler özgürlüklerine uçarken kanındaki su otları besliyordu.Doğa intikamını almıştı bu gereğinden fazla düşünen canlıdan.O canlı ise orada yatmış köklerini saracak bir başkasını bekliyordu.



23 Mayıs 2013 Perşembe

Sonsuz Bunaltı

''Bakma bana öyle!''.Dizlerini göğsüne çekmiş,cenin pozisyonunda oturuyordu salondaki kanepenin üstünde.Yalnızlık mı fazla geliyordu,ateşli nöbet mi geçiriyordu bilinmez ama alnında boncuk boncuk terler birikmişti.Karşısında oturuyordu o,ellerini bağlamış,müthiş bir ciddiyetle,dik bakışlarıyla delip geçiyordu kendisini.''Senin gözlerin,gözlerin nasıl böyle,içinde okyanusları,ormanları ve evreni görebiliyorum.''.Cevap alamıyordu,aldığı tek şey bıçak gibi bakışlar ve sessizlikti.''Git buradan!Yalnızlığım yeter bana!Hem niye yetmeyecekmiş ki,çayımı demler resim çizerim,içinde senin olmadığın mavi bir resim!Kırmızı girdin hayatıma,siyaha boyadın ve gidiyorsun!Lanet olsun sana çık kafamdan!''.Gözlerinde birikmişti yaşlar ve şimdi sessizce süzülüyorlardı.Duvarlar ileri geri gitmeye,avize sallanmaya başlamıştı,kitaplar düşüyordu raflardan,bardaklar masadan atlıyordu.''BAKMA!BAKMA DEDİM SANA!''.Dinletemedi kendini,hiç dinletememişti zaten,''Git buradan,öldürdüğün yeter beni,bir de eziyet etme!''.Kalktı,oturduğu sandalyeye bir tekme savurdu,sandalye devrildi,salonun ortasında yıkık dökük eşyalarla kaldı.



6 Nisan 2013 Cumartesi

Sevgilim Öldür Beni

Sevgilim
Gözlerine geldim bu gece
Baharı beklemeden,beklemek istemeden
An ve an seni özledim
Elimde kalan tek şeyle
Hayalle
Seni yaşadım
Konuştum,sarıldım

Sevgilim
Öldür beni
Gözünü bile kırpmadan,saf bir netlikle
Yaşamdan tat almama izin vermeden
Katlet bu ucubeyi içinde taşıdığı hazineyle
Yak gitsin bedenimi
Rüzgara bırak saçlarımı
Ve gözlerine göm sevgimi
Ellerimi toprağa bırak
Bir daha çizemeden çürüsün orada

Ve patlat kalbimi
Yayılsın dalga dalga dünyaya
Hava bir daha eskisi gibi olmasın

Sevgilim
Öldür beni
Ruhum senin peşinde zaten
Kalan parçalarımı da dağıt insanlara
Bozukluktan doğruluğun çıkışını kanıtlasın

Sevgilim
Öldüm ben
Gözlerinde uyuyorum bu gece




8 Şubat 2013 Cuma

Soğuk Sanayi Şehiri

''Ala gitme,dur!''
Dönüp hiç bir şeyin seni durduramayacağını anlatan o kayıtsız ifadeni takındın
Ve gittin
Hep böyleydi zaten
Sen gidicisin,ben bekleyeceğim
Tabiatımız böyle,kadere kızmak lazım
Ama gitme be!
Şu kasvetli,kahverengi havada bile beraber olalım
Hastalıklı ruh halini yaşayalım
Beraber ona da varım
İnsanda saklanmış bütün güzel olmayan,hastalıklı,öteki duyguları da yaşarım korkmadan beraberken
Topraklı ayakkabıları da giyerim
Bilirsin şekil değil derdim
Gel ölümü bekleyelim yaklaşan yağmurun altında
Soğuk Sanayi Robot Şehiri'nin ortasından geçen metroyu izleyelim
Egzoz dumanı ciğerlerimize dolarken
Bir kere daha küfür etmek isteyen ciğerlerimi
Bininci kez zehirleyeyim
Gel kaybedelim bizde
Soğuk Sanayi Şehiri'nin cinayetine kurban gidip
Faili meçhul mezarlıklardan birine girelim
Bir daha anılmamak üzere
Beton yığınları ruhumuzu zehirlerken
Tutunamayıp düşelim karanlığa
Kimden korkun
Karanlığında bizden çekeceği var belki
Belki karanlığın en dibinde,parlak isyan ateşini yakıp
Önümüze gelen her şeyi yıkacağız
Ruhlarımız için çok geç olsa da
Bedenlerimizi kurtaracağız
Elimde kılıcım dayanabildiğim kadar dayanacağım sana söz veriyorum
Elbet kaybedeceğiz
Ama Soğuk Sanayi Şehiri'nin kirli kaldırımlarına renk katarız gitmeden
Histerik kahkahalarla bütün kılıçlardan sert vururuz asfaltına
Gel artık
Tek başıma kayboluyorum
Sensiz yapamıyorum







Kuyunun Dibindeki Adam

Kuyunun dibinde bir adam varmış
Ayağı kırıkmış,ölecekmiş burada
Sesini duyan yokmuş,yabanda düşmüş kuyuya
Sessizce ağlamış başta,yediremeden kendine
Kabullenmiş sonra,bakmış etrafına
Yokmuş yiyecek,ölecek elbet
Kızmış şansına,dolmuş içine nefret

Başlamış düşünmeye hayatını
Fark etmiş,kızgın geçirmiş
Hiç olmayacak şeyler uğruna
Görmüş,kin gütmüş
Af dilerken kendisi ilahından
Bakmış,kibirlenmiş
Kibirle meziyetin,tuzla buz olduğunu bilmeden
Hissetmiş,kalp kırmış
Kalbini kıranlara lanet okurken
Hakkı gözetmemiş
Kendi hakkı için çırpınırken
Korkmuş yaralanmaktan
Böylece tanıyamamış düşmanını bile
Tırmanmak istemiş durmadan
Altındakilere basıp yukarı çıktığını fark etmeden
Para kovalayıp durmuş
Yetimin hakkı varken
İyice gözden geçirince
Görmüş hiç aynaya bakmadığını
Ziyan etmiş bir ömürü ona sunulan pencereden bakarken
Ve haykırmış ilahına
''Al canımı,hak etmiyorum ben yaşamı!''
Bir anda bir adam fark etmiş onu
Yardım gelmiş
O anda konuşmuş ilahı onunla
''Al.''demiş.''İkinci bir şans sana.''

Bir Hayal

Gel benimle,bir hayali yaşayalım

O kadar mı korkağız?
Görüntülerimiz bozulacak korkusu mu?
Ya da oyuncak kavgası mı bu,aslında kimsenin istemediği oyuncak?

Niye olmasın ki?
Kırlarda koşmak varken
Zincirleri seçtik
Hiç korku yokken
Kabusları seçtik
Mutluluk varken
Acıyı seçtik

Büyümek istemiyorum belki
Saflığın güzelliği varken

Gel benimle,bir hayali yaşayalım
Aşkın müritleri olalım
O kadar mı çekici kibir?
Şüphesiz bela o

Gel benimle,bir hayali yaşayalım
Bir şarkı olalım
Anlatılmayanları anlatsın
Bir şiir olalım
Gözükmeyeni göstersin
Bir roman olalım
Okuyan bir daha unutamasın
Bir resim olalım
Renkler ruha aksın

Gel benimle,bir hayali yaşayalım
Ölürken gülelim



30 Ocak 2013 Çarşamba

Eğitim Hakkında

Çok iyi giriş yapabilen biri değilim,o yüzden ne anlatacağımdan bahsedip direk girişeceğim.

Bu yazıda elimden geldiğince objektif olmaya çalışarak,gözlemlerime dayanarak eğitim sisteminin psikolojik,ekonomik ve sosyal boyutlarına değineceğim.

En başta sormamız gereken soru ''Eğitim nedir?''olmalıdır.Eğitim bir öznenin,öğrendiği,sahip olduğu bilgiyi,davranışına yansıtması durumudur.Bu yüzden bu sürecin adı ''Eğitim,öğretim''dir.Aslında mantıklı olanı ''Öğretim,eğitim'' dir ama öyle alışılagelmiş.

Niye böyle bir kurum mevcut?
Toplum olarak gelecek nesillere benimsenmiş ahlak kurallarını öğretmek ve sosyal hayatta gereken donanımın sağlanması için.''Bizde böyle mi?'' bunu birazdan konuşacağız,kurumun varlığının doğruluğu,yanlışlığı ise tartışma konusudur,bundan önce devleti tartışmak gerekir,bunu da başka zaman yaparız umarım.

''Eğitim kafayı geliştirmek demektir,belleği doldurmak değil'' Mark Twain.

Aynen Mark abinin dediği gibi eğitim bizim ülkede belleği doldurmaktan ibarettir.Bunun böyle olmasının bir çok nedeni vardır ama en önemlisi emperyalist güçlerdir.Emperyalizm ve kapitalizm cehaletten beslenir ve bir toplumu kontrol altına almanın,nesilleri aptallaştırmanın,köleleştirmenin en iyi yolu eğitim sistemini telef etmektir.Sanırsam bizim eğitim sisteminin ağırlaştırılması,yozlaştırılması 68 Kuşağından sonra yapılmıştır.

Çağımızın hakim sistemi kapitalizmden bahsetmek icap ediyor burada biraz.
''Kapitalizm nasıl işler?''
Genel olarak üretim araçlarına sahip kesimin,işçi sınıfı üzerindeki hakimiyetinden doğar.Yani mülk sahibini üstün konuma getirir.Ama günümüz kapitalizmi evrenselleşmiştir ve evrensel anlamda bir aptallık olması icap etmiştir.Bu aptallık iste madde ile sağlanmaktadır.Günümüzde iletişim araçlarının gücü müthiş boyutlara ulaşmış böylece asimile etmek,yozlaştırmak çok kolaylaşmıştır.Kapitalizmin temel ilkesi olan ''Madde sevgisi'' okul öncesi dönemde zihinlere işlemeye başlamıştır.Amerikan dizilerinde,filmlerinde borç istendiğinde vermeyen,paranın peşinde koşan sempatik karakterler yaratılmış ve fark ettirilmeden parada bir hikmet olduğu düşüncesi zihinlere sokulmuştur.

Kapitalizmin en önemli ikinci silahı hazdır.Maddenin haz getirdiği düşüncesi bilince işlenir,yine aynı dizi ve filmlerle,insanların mutluluğu maddeye bağlanmıştır.''Eşini mutlu etmek isteyenlere,tek taş'' '' AA!! HAYATIM ARABA MI ALDIN SENİ SEVİYORUM!!'' kimsede çıkıp '' Eşim öküz müsün? Taşla mutlu oluyorsun.'' dememektir.Kimse çıkıp eşini mutlu edenin aslında taş değil,taşla yapacağı gösteriş olduğunu sorgulamamaktadır.Tabi ki çok özel ve kaliteli yapıtlar var,genel konuşuyorum,özellikle ''Holywood'' böyledir.Cinsel haz,ulaşılacak en son hazdır mesajı verilir,böylece ''Hedonist,Pragmatist,İndividüalist,Egoist'' felsefeler yayılır.

''İki şey dünyaya hükmeder;biri kılıç,diğeri düşünce.Kılıç eninde sonunda düşünceye yenilir.'' Napolyon.

Günümüzde düşünce bozuk,insanlar cahildir ve kapitalizm bize böyle hükmetmektedir.Bu günlerde bu aşırı boyutlara ulaşmış,burjuvazinin çocukları Ipadlerle,Iphonelarla büyürken,lümpenleşmiş proletarya,son model bir telefon için böbreğini satabilecek hale gelmiştir.Sanal nesiller oluşmaktadır,kendini kanıtlama dürtüsüyle fark etmeden bütün özelini sanala koyan,kendini kanıtlama arzusundan gözü kör olmuş,gösterişçi,sanal nesiller yetişmektedir.

Bu çocuklar zihinlerine tohumları atılmış bu düşüncelerle okula başlarlar,yaratıcı,hayalgücü geniş,saf çocuk zihinleri burada katledilmeye,istismar edilmeye,kapitalizmin kalıbına sokulmaya başlar.Çocuklar on altı sene sürecek bu eğitim sürecinin,on iki yılında saç,sakal,kılık,kıyafet,kurallar,yönetmelik gibi saçma sapan şeylerle aktif olarak psikolojik baskı altında tutulur,bir otoritenin varlığı hissettirilir,faşist,militarist bir disiplinle çocuk yetiştirilir,kendi düşüncelerinden utanan,düzenin,genelin şekline girmeye çalışan bireyler oluşur.Daha ilk sınıflardan ''Ben okumayacağım,basketçi olacağım'' gibi bireysel eğilimlerini,ilgi alanlarını yaşamak isteyen çocuklar ''Okumayacaksın da çöpçü mü olacaksın?Okuda adam ol!'' gibi saçma sapan,etiği olmayan,temelsiz,işçi sınıfını hor gören cevaplar verilerek susturulur.

İlerleyen yıllarda,dersler bahane edilerek çocuklar yaptıkları sporlardan,uğraştıkları sanat dallarından,ikisine de alamadığımız uğraşlardan uzaklaştırılır,böylece çocuk farklılığını temsil eden son nesneden de kopmuş olur,artık var olabilmesi için düzende yukarılarda olmalıdır.Orta okulun ilk yıllarında bu çocuklar akıl almaz bir yarışa sokulur,bu yarış uzun yıllar devam edecektir ve çocuğun zihnine bireyci,maddeci,egoist temeller atacaktır.Çocuğun ilişkilerinde çıkar gütmesine sebep olacak,varlığı sıralamada yukarıda olmakla sağlayacağını düşündürecek,hayata pragmatist bakmasına sebep olacak,sürekli daha fazlasını,daha iyisini isteyen,maddeyi seven,hedonist,kibirli,hırslı,yarış atı gibi bireyler ortaya koyacaktır.

''Ölesiye çalışarak kazanma hırsı,başarı güdüsü ve sahip olma tutkusu,ekonomik etkinlikleri insan yaşamının ana hedefi ve amacı haline getirerek,insanın doğal yaşamdan ve ahlaki değerlerden uzaklaşmasına neden olur.'' Karl Marx

Bu devran lisede de aynı şekilde devam eder,tek farkı ergenliğin ve bitişinin yaşandığı bu dönemde kemikleşir,iyice oturur,az önce kullandığım bütün sıfatlara sahip bireyler bu zihniyetle ömür boyu para peşinde koşarlar,çoğu bulamadan boş bir yaşam geçirerek ölür,bulan da burjuvazi sınıfındaki saten örtülü yatağına yatar,dünyayı umursamadan.Peki nasıl oluyor da yüzde doksanından fazlası ahiret inancına sahip bir toplum,böyle hayatlar geçiriyor? Burada eğitim sisteminin gücünü ve yozlaştırılmış dini çok net bir biçimde görebiliriz.

''Eğitimin yapamayacağı hiç bir şey yoktur,hiç bir şey onun etki alanının dışında kalamaz,kötü ahlakları iyiye çevirebilir,kötü ilkeleri yıkar ve yerine yenilerini koyar,insanları melekler seviyesine çıkarabilir.'' Mark Twain

Yine Mark abiye katılmaktayım,günümüz dünyasında bu süreç tersine işlemektedir,iyiler kötü olmakta,melekler şeytan olmaktadır.Bir sistemin,ideolojinin,kişinin kötü olması için adında ''Kötü'' geçmesine gerek yoktur,yaptıklarından iyi veya kötü olduğunu anlarsınız.

Dinin yozlaştırılmasına gelince,bundan bin dört yüz yıl önce Ebuzer'in karşısında duran zihniyet,bugün hakim zihniyet olmuştur.''Zekatımızı verirsek tamam,çalışıp kazandım,hakkım'' gibi iddialarla mülk ve paranın adaletsiz paylaşılmasına gerekçeler bulunmaktadır.Ulan her şeyden önce bir ülkede yol kenarında çocuklar dilenirken,mendil satarken,çalışırken,komşu ülkelerde açlıktan ölürken,savaşta öldürülürken insan nasıl kendine yetenden fazlasına hakkım diyebilir?

''Mülk Allah'ındır!'' Nur 42

'' Doğrusu şu ki,siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz,yoksulun doyurulmasını teşvik etmiyorsunuz,mirası derleyip,toplayıp yiyorsunuz,malı devşirip,depolatacak bir sevgiyle seviyorsunuz.'' Fecr 17 - 20

''Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki,hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu halkın malını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler.Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanları korkunç bir azapla müjdele! Biriktirdiklerinizle dağlanacaksınız.Kenz ateştir.'' Tevbe 34 - 35

''Komşusu açken,tok yatan bizden değildir'' Hz.Muhammed

Burada Allah yolundan kasıt,Allah'ın yaşamamızı istediği yoldur,bu yolda hayır yolu,dağıtma yoludur.İhtiyaçtan fazlasını biriktirmek yasaklanmıştır.Bu hahamların,rahiplerin günümüzde din tüccarlığı yapanlardan hiç bir farkı yoktur.Bu ayetlerle,günümüz yaşantısını karşılaştırdığımızda,insanların dinlerini ne kadar bildiklerini kavrayabiliriz.Dini baş örtüsü gibi basit konulara indirgemiş,hiç bir faydası olmadığı halde Arapça Kuran okumak sanan,dinin egemenliğini Osmanlı gibi çarpık bir hükümdarlıkta görmüş,peygamberlerini,Allah'ını tanımayan insanlarla doludur her taraf.Paraya tapan bu insanların putperestlerden farkı yoktur.İhsan Eliaçık'ında dediği gibi kapitalizme abdest aldırmıştır bunlar.

''Allah;hakkında birbiriyle didişen ortakların bulunduğu bir adamla,bir tek ere teslim olan bir adamı örnek verdi.Örnek olarak bu ikisi eşit olur mu? Hamt yalnız Allah'adır! Ama onların çokları bilmiyorlar'' Zümer 29

Ey dostlar!Hem paraya tapıp,hem Allah'a tapamazsınız,bir karar verin artık,yaptığınız şirktir.Genel olarak birey üzerindeki etkileri bunlardır sistemin.

'' İnsan en çok sevdiği şeye tapar.'' Hz.Ali

Olaya birazda ekonomik yönden bakınca sistemin çarpıklığı göze batmayacak gibi değil.

Bir kere özel okul,devlet okulu diye bir ayrım var,parası olana ayrı muamele daha üstü açık yapılabilir miydi?Sorsan liberalist zırvalarla üstünü kapamaya çalışırlar,aynı rahiplerle hamamların uydurma yollarla malları tıkabasa yemesi gibi.

Ekonomik anlamda sömürdüğü,asgari ücretle geçinmesini beklediği,en az üç çocuk diye de gazladığı işçi sınıfını devlet eğitimde de sömürmektedir,ki devlet denen kurum bireylerin ''Beslenme,barınma,sağlık,eğitim,güvenlik'' ihtiyaçlarını karşılaması için oluşturulduğu halde.Devletin amacına terstir bu.Bizim devlet fahişe gibi davranıyor,parası olana veriyor,olmayana vermiyor,kapitalizm bütün dünyayı bu mal sevgisi,bu para düşkünlüğü ile fahişeleştiriyor.Sonra sınav için gidilen dershaneler var.Dershanenin varlığı bile durumda ki çarpıklığı göz önüne seriyor.Ulan okulda öğreniyorsam niye dershaneye gideyim?Okulda öğrenmiyorsam niye öğrenmiyorum?Parası olmayan eğitimden mahrum mu olacak?- Artık ne kadar eğitim denilebilirse-.Bu ne lan devlet parası olan çocuğuna ayrı muamele yapıyor,olmayana ayrı muamele yapıyor.Dershane denilen bu kan emici kurumun misyoneri de boldur,beyinleri fena yıkarlar,siz biliyorsunuz ben isim vermeyeyim.

Bunların hepsi güçsüz olanın eleneceği - Doğal Seçilim -  aptal bir sınav için.Sınav sadece ezber yeteneği konusunda seçici,onun dışında bütün ilimi ve bilimi beş tane şıkka indirgeyen,beyinleri uyuşturan bir gerizekalılık,insanları istedikleri şeyi yapmaktansa para kazanacakları şeyi yapmaya iten şerefsizlik.Bu sınava hazırlık sürecinde tamamen farklı konulara yeteneği,ilgisi olan çocuklar,bu aptal sınavda başarılı olamayınca kendini aşağılık görerek,aşağılık kompleksine kapılır,toplum tarafından horlanır,küçük görülürler.Beş tane şıktan doğru olanı ezberleyemedi diye hemde.

''Aslında herkes dahidir.Ama siz kalkıp bir balığı,ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız,tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirir.'' Albert Einstein

Sosyal anlamda bakar isek bu bireylerin,bu çıkarcı zihniyetlerin oluşturduğu bir toplum oluşur.Zaman içerisinde yozlaşan eğitim de,sistem de,din de toplum tarafından kanıksanır,sorgulandığı zaman '' Doğrusunu sen mi biliyorsun?'',''Böyle gelmiş,böyle gidecek değiştiremezsin.'',''Dedem öyle dedi.'' gibi saçma salak cevaplarla karşılaşılır.Dostoyevski'nin ''Kumarbaz'' kitabında Aleksey İvanoviç'in ağzından söylediği şu sözler durumun özetidir.

''Oldukça sık sık şampanya içmeye başlamıştım.Çünkü ikide bir üzüntüye kapılıyor,canım sıkılıyordu.Her bir kuruşun üzerine titrenen,basit,çıkarcı bir burjuva topluluğu içinde yaşıyordum.''

Dostoyevski bugün hayatta olsa,alkol komasına girerdi herhalde.

Yani dostlar artık bitirsem iyi olur herhalde çok uzattım,bu pislikten kurtulmanın tek yolu bilgidir,hayaldir.Bu düzeni insanlar kurdu,insanlar yıkabilir.Siz siz olun zihninize yapılan bu çirkin müdahaleleri engelleyin,doğru bilginin peşinden gidin.Hatalarım varsa affedin,gözlemlerime dayanarak düşüncelerimi yazdım.Gerçek anlamda eğitimli bireyler kalkabilir bunun altından.

''Hiç bir zaman okulumun,eğitimimi engellemesine izin vermedim.'' Mark Twain

''Hiç bilenlerle,bilmeyenler bir olur mu?'' Zümer 9

''Yer yüzündeki alimler,gökteki yıldızlar gibidir.'' Hz.Muhammed

''Hepimiz Amerika'da yaşıyoruz!'' Rammstein


29 Ocak 2013 Salı

Bekleyiş Bunun Adı,Umursamadan Beklemek...

Gözlerini kıstı.Güneş tam önünde duruyordu sanki,bakışlarını indirdi ayaklarını soktuğu göle doğru.Uzaktan kuşların cıvıltıları duyuluyordu,tatlı bir ilkbahar günüydü.Beli ağrımıştı oturmaktan,kendini çimlerin üstüne bıraktı.Ah!Ne kadar tatlı bir duyguydu bu,serin berrak su ayaklarını serinletirken vücuduna yakıcı olmayan bir güneş vuruyordu,çimler sırtını okşuyor,hemen arkasındaki kavak ağacı üzerine belli belirsiz bir gölge bırakıyordu;ama bitecekti bunlar,birazdan gelip her şeyin bittiğini söyleyecekti,çevresinden aldığı bütün tadı kaçıracak ve bir daha alınmasını imkansız kılacaktı,kaybolacak bir tada son sarılış,son anda kıymet bilmekti bu,avucuna biraz toprak aldı,kokladı...Görüşleri idealizme çok yakın olmasına rağmen maddeden aldığı bu zevke şaşıyordu,tekrar gözden geçirince birazdan konuşma bittikten sonra maddeden de zevk alamayacağını hatırlayıp zevkinin yine ideaya bağlı olduğunu fark etti.Kahretsin!Bir kerede haklı çıkmasaydı,bir kerede olsa zevk onu bulsaydı,idealar yanılsaydı ama olmadı.Tükenmişti,aynı oyunu bir kere daha oynamayacak,küllerinden yeniden doğmayacaktı,her doğuşunda benliğinden uzaklaşıyordu,bir kere daha yaparsa kendinden geriye hiçbir şey kalmayacaktı.Varlığının acısını hissetti,yok olmayı diledi o an,bir sigara çıkardı ve yaktı.Sigaranın ona yetmesini diledi,keşke sadece sigarayla yaşayabilseydi.O an ne hissettiğini anlayamadı,hissin bir adı yoktu,kelime karşılı olsa 'Araf ' olurdu herhalde.Hiçbir şeyin yetmediği,hiçbir ümit olmayan,gri tonlarında bir histi bu.Hayata dair bir umudu kalmamıştı,hayır nankörlük etmiyordu,cevap bulamıyordu,kesin doğruları olmayan bu hayatta varoluşçuluğa doğru kayıyordu,anlamsızdı her şey sanki,bulduğu her anlam ağır yaralarla terk etmişti arenayı.Belki anlamlardan bazıları mutlaktı ama bunu asla bilemeyecekti çünkü çoğu düşüncesi taraflıydı,acılar tarafından itilmişti.

Kulağı çimlerin üzerinde olduğundan adımların çıkardığı silik hışırtıyı duydu,dönüp bakmadı görüntüdeki estetiği bozmamak için ama kalp atışları hızlanmıştı.Kalan zamanı da bitmek üzereydi.Kız geldi,yanına çöktü ama ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını suya sokmadı her zaman yaptığı gibi.Aslında konuşmasına gerek yoktu bu hareketi bile az sonra olacakların özeti gibiydi ama kafada kurulmuştu bir kere bir sürü cümle arkasındaki öznel niyetler düşünülmeden.Bir süre sessiz sessiz oturdular.Onunda estetik kaygısı güttüğünü biliyordu çocuk her düşüncede yaşayan gibi oda yaşadığı çarpık dünyayı sanatsallaştırma peşindeydi.Sessizliği kız bozdu çocuk sigarasının son nefeslerini çekerken 'Ben' dedi,'Sözü fazla uzatmayacağım.' Bastırmaya çalıştığı heyecanı belli oluyordu,detaycıydı çocuk böyle şeyler gözünden kaçmazdı.''Beni çok kırdın,yaraladın ve bunların telafisi yok,artık bu ilişkiye devam edemem,kendine iyi bak,ne zaman yardıma ihtiyacın olursa senin için orada olacağım.'' dedi.Çocuk konuşmak istemedi,ne kadar hazırlıklı olsa da böğrüne saplanmıştı o bıçak.Kızda son bakışlarını atıyordu göle birazdan kalkıp gidecekti.Son bir kez kızın gözlerine bakmak istedi, o engin denizde son bir kez yüzmek.Utancını bastırıp dönüp baktı.Gururluydu,öfkesini de,acısını da,sevgisini de yansıtmadı o gözlere,ufak bir kayıtsızlık birazda bunalım koydu sadece,içindeki temayı görebilsin diye.Kız fazla uzatmadı,kalktı ve orta hızda adımlarla uzaklaştı.Bitmişti işte,sorgulamayı da bırakmıştı artık ilişkiyi,kurguya yatkın beyni çoğu zaman yanlış anlamlar yüklüyor,yanlış çıkarımlar yapıyordu.Ne yapmalıydı şimdi?Ruhsuz bir bedenle ne yapılabilirdi ki?Ruhunu geri kazanabilir miydi? ''Bağımlılık,nikotin bağımlılığı gibi bir şey,zaman toparlar'' diye düşündü kendiside öyle olmadığını bildiği halde.Küfür etti insan doğasına,ilişki oyunlarına,gidip ayaklarına kapanıp geri dönmesi için yalvarsaydı bu olmayacaktı ama hiç umursamadığını hissettirip,kıskandırsaydı geri dönebilirdi,tamamen algıladığının zıt reaksiyonunu veriyordu karşı taraf.Onun ne oyunlarla kaybedecek yılları vardı,ne de iyi bir yalancıydı.Ele verirdi yüzü onu.Kalktı koruluğa doğru yürüdü,yüksek ağaçların altından çıplak ayakla yürüyordu.Yeterince görkemli bir ağaç bulunca köklerinde parmağıyla küçük bir çukur açtı,cebinden evlenme teklifi etmek için aldığı yüzüğü çıkardı,gömdü.Hayallerini gömdüğü gibi,bilinen ama tamamen korunamamış bir mezar yaptı.Ağlamaya başladı,biliyordu şimdi iyi ağlarsa daha bir beş yıl ağlamazdı.Anılar gözünü kör etti,bunları nasıl görmezden gelecekti,nasıl bir anda yeni bir hayat,yeni hayaller kuracaktı.Şu an bildiği tek şey özgür ve mutsuz olduğuydu.''Bağımlılıklara da,alışkanlıklara da ihtiyacımız var,kusursuz değiliz biz.''diye düşündü.Artık yapacak bir şeyi kalmamıştı,kalanını da kaldıracak gücü yoktu,bir sigara yaktı koruluğun dibinde kendi yaptığı tahta kulübeye gitti.Plağa yaşadığı her şeyi özetlediğini düşündüğü şarkıyı takarken üçüncü sigarasını yakıyordu.Divanın altından silahını çıkardı,sildi,doldurdu,horozu kaldırdı,kalbine dayadı,bir yandanda dumanlanıyordu,heyecanlanmıştı şarkının sonu yaklaşıyordu,kemanlar prestiji verirken '' Ya şimdi,ya asla!'' dedi ve kolları iki yana düştü.Hava o gün kapalı ve ruh haline uygun olsaydı belki bu acıyı kaldırabilecekti ama havanın güneşli olması zıtlığını kaldıramamıştı.Sigarası hala elinde yanıyordu...