5 Ekim 2016 Çarşamba

Gibi


İki tane gözüm var
Çok merak ediyorsan
İlgini mi çektim
Tanrı mı sandın beni

Bitimliyim ben
Senin gibi
Dün bittim ben
Bugüne sarkan artıklarım

Tanrı mı sandım seni
Varoluşun yansıması gözlerin
Canlı mı sandım seni
Toplumun yansıması benliğin

Benim gibi

Kaçamadım buradan
Saklamak istediklerim gibi
Ellerin mi uzanmaz
Asfaltın altındaki toprak gibi

Müzik mi bu
Yok oluşun senfonisi
Şaşalı sözler
Doğum günü hediyesi

Yalan gibi

Tüketmek mi istiyoruz
Sifon gibi
Görmesek mi
Görsen ne olur ki

Atamaz mıyız
Sonsuz bir çığlık gibi
Durağan mıyız
Şehirler arası yolcular gibi

Şaşkınlık mı arıyorsun
Alışkanlıklar gibi
Korkuyor muyum
Meraktan çıkan hayaller gibi

Düzgün mü her şey
Çarpık suratlar gibi
Yüzleşsek gerçekle
Soğuk sulara dalar gibi

İnancın mı yok
Yobazlar gibi
Çelişik mi geldi sana
Normal olan gibi

Çok mu sürdü
Elde edilmez sanki
Sahip olmak mı lazım
Aptallar gibi

Tutabilir miyim ellerinden
Ayrılıklar gibi
Fırlasam gitsem
Dağların yamaçları gibi

Türetsek dallardan
Tüp bebekler gibi
Topraktan kaynasak
Düşük bebekler gibi

Okusa zihnim
Samimi reklamlar gibi
Küfürler etsem
Gururunu okşar gibi

Uyansam yalanlardan
Kurgular gibi
İçmesem artık
En pis müptezeller gibi

Tatlı gelse bunlar
En acı ölümler gibi
En güzelinden doğsa
Yumuşak bebek yanakları

Nefes alabilsem
Solunum yetmezliği gibi
Patlasam en güzel yerinden
Mutlak sıfırda gibi

Anlatamasam hiç birini
En yüce şairler gibi
Anlasalar beni
Sonradan anlaşılan filozoflar gibi

Kalıplara girmesem
Aynı fabrikadan çıkan tuğlalara benzesem
Utanmasam artık
Kaygı gibi

Saldırsalar bana
Zeytin dalları ve güvercinler gibi
Ağlamasam artık
Mahkemeler gibi

Durabilsem keşke
Işık hızı gibi
Galaksilere dönüşsem
Kara delikler mi?

Sonsuz olsam
Son sigaralar gibi
Duymasanız beni
Beethoven gibi

Sözlerim mi ağzımdan çıkan
Sessizliğim gibi
Sevmek istemiştim

Nefret ettiğim gibi

00:07     06.10.16

4 Mart 2016 Cuma

Ouroboros

Sigara içebilmek için bişiler atıştırmak kadar iğrenç bişi var mı bu dünyada
Daha çok ölebilmek için daha çok yaşamak Yaşayan vazgeçiş, somut inançsızlık Kim mutluysa yalan söylüyodur, napsak toplu intihar falan mı etsek Bunca stres, korku, nefret, ölüm....
Geç lan bunları, sende biliyorsun ki ellerimizin ötesi cennet, asfaltın altı toprak, kıyafetlerimizin ardı doğa, hayallerimizin ardı gerçek, mezarın üstü çiçek, nefretin ardı aşk
Birazcık dişini sıksan, birazcık dirensen, birazcık üretsen doğuracaksın körpe dünyayı, taze ilişkileri, güzel kokan çorbaları, inanamayacak kadar korkak olduğun için dökülüyor ağzından bu laflar
Ben şimdi sana inanıyorum ya kuzum, inanıyorum ya içi parlayan güzel gözlerine, o çok ince düşünceliliğine
Bir o kadar da inanmıyorum, eminim sanki her şey bozulacak, bütün güzellikler çirkinleşecek, ellerin kuruyacak, gözlerin donuklaşacak, sevgin nefrete dönüşecek, eşitliğimiz iktidara dönüşecek, saçların yapaylaşacak, tatlı sözler laf sokmalara dönüşecek ve daha bir sürüsü bunlar sadece fragman
Beni böyle düşünmeye itenler mi suçlu yoksa onları bu hale getiren şartlar mı ?, yargılarımı bu kadar kesin kılan ben mi suçluyum yoksa ailem mi, yoksa onların aileleri mi, çevrem mi geçmişim mi ?
Seçenler mi suçlu yoksa seçemeyenler mi ?
Şüphe mi suçlu, kesinlik mi ?
Dil bilgisi mi suçlu, serbestlik mi
Özgürlüğün sınırı nerde biter ?
Samimiyetimizin ardı şov, onun ardı samimiyet, onun ardı şov
Şovmimiyet ouroborosu
Savaşanlar gerçekten savaşıyor mu, savaşmayanlar savaşanlar da kusur mu buluyor yoksa hepsi biraz kusurlu mu ?
Her şey kusurluysa neye göre seveceğiz ? Ne kadar seversen sev ne birisine bi yerden sonra tahammül edebilirsin ne de kendine Bu yüzden insanlar arasında yalnız kalmak, yalnızken insan içine çıkmak istersin Konuşurken susmak, susarken konuşmak istersin Anlatırken samimi olmak, samimiyken imaj çizmek istersin
Evet ! Kesinlikle bütün bunların ardında kazanacak tek bir güç var, yaşam, sevgi, güzellik, huzur
Bir şeyi içselleştirmek aslında ona yabancılaşmak anlamına geliyor Gerçeğin teyit etmediği her doğru, doğruluğunu kaybedip boş inanca dönüşüyor, sonra o doğrunun artık bir anlamı kalmıyor ama yine de içinde duruyor Sonra bir bakıyorsun gerçeğin teyit etmesi izafi O zaman doğru ne ?
Düzen ne, kaos ne ?
DENGE NE UZLAŞMA NE SENTEZ NE
Geçmiş, gelecek, şu an ne ?
Varlık ne yokluk ne ?
Bugün mutlusun ve eminsin, yarın mutsuzsun ve dağılmışsın
İnsana statiklik mi gerek ? Değişmeden duramazsın, aynılığın fazlası ölüm, değişimin fazlası kimliksizlik
Hangi taşa tutunacaksın deprem oluyor
Taşa mı dönüşeceksin, yoksa depremin kendisi misin ?
TEKRAR DENGE NE ?
Ayarı tutturabilir misin yoksa ayarlar mı seni tutturur ?
İrade mi determinizm mi ?
Yoksa otodeterminizm mi ?
TEKRAR SENTEZ NE ?
Yükselir misin, yığılır mısın ?
Yaratabilir misin, makineleşir misin ?
Etken misin, edilgen mi ?
Bu sorulara verecek cevapların mı var ? O zaman neden geleceği görmüyorsun ? Eksik misin kusurlu mu, tamam mısın mükemmel mi ?
Baksana hem savruluyorsun hem seçiyorsun, hem belirleniyor hem belirliyorsun, kedinin lazeri kovalaması gibi
Peki o zaman son bir soru, sonra ben kaçıyorum,
Yaşam mı suçlu, ölüm mü ?
Yaşam - Ölüm Ouroborosu
04.03.16. 02.12



2 Ocak 2016 Cumartesi

Varlıksız

Geceleri huzursuz olan insanları engelleyebilecek bir şey yoktur. Gözlerini kapamakta istemiyordu, açmakta. Nefretiyle sevgisi bütünleşmiş kıvranıyordu. Aklına geldi kaybettikleri, toprakla sonsuzluğu bir bütün gibi tanımasına sebep olanları. Parça parça yok olmuştu hepsi. İlk giden geldi aklına, bebekti daha. Hunharca gülerdi basit şeylere. Cee-eeeee yapardı gülerdi. Burnuna basıp biiiip yapardı, gülerdi. Çok güzeldi, yeşil gözleri vardı. Eline ne alsa bir şeylere çevirirdi. Kartondan evler yapardı, çöplerden kuleler yapardı. Sarıldığı zaman yeşil gözleri ıslak ıslak olurdu. Döve döve öldürdüler onu, işkencede gitti. Birileri onu dövdü, birileri de izledi. Ölünce de hiçbir şey olmamış gibi arkalarını dönüp başka çocukları öldürmeye gittiler. Bir tek annesi, bir de o yandı ona, yitip gittiler sonra.

Sonra öbürü, çocuktu onun gibi, bunun gözleri kahverengiydi. Zıplardı sürekli, koşardı. Bu da çok güzel gülerdi, hayalleri vardı, bir gün Tarzan olmak isterdi, bir gün astronot, bir gün ressam. Severdi herkesi, sıcak bir gülümsemeden başka bir şey istemezdi. Kızardı iteledikleri zaman, kahverengi gözleri insanlıkla dolardı. Ağlamazdı ama, başını eğerdi. Sokağa attılar onu, evsiz kaldı. Açlıktan öldü. Bir gün boyunca kimse anlamadı öldüğünü. İkinci gün alıp kimsesizler mezarlığına gömdüler, hatırlanmadı bile.

Öbürü geldi sonra, siyah gözlü olan. Ürkekti bu, korkardı yok olmaktan. Sık sık sarılırdı insanlara, dertlerini anlamak isterdi, belki elinden bir şey gelir diye. Yardım etmek isterdi, beraberce gülmek isterdi. Oyunlar yapardı, şarkılar söylerdi. Şarkıları çok güzeldi. Tutup attılar onu camdan aşağı. Çarpık gülümsemesi kanlı ağzında kaldı.

Sonraki hırçındı. Elaydı gözleri. Başına bir şey gelmesin diye iteklerdi insanları. Önemsenmek isterdi, birileri gözlerine baksın isterdi. Elinden her iş gelirdi, birileri görsün onu diye her şeyi becerir, her şeyi öğrenirdi. Sürgün ettiler onu. Hasretinden öldü.

Sonraki sevgi doluydu. Maviydi gözleri. Tek istediği güzellik yapmaktı. Ağaçlar dikmek isterdi her yere. Gülümsemek isterdi sürekli. Hayvanların özgür olmasını, koşmalarını isterdi. Bağırırdı, çağırırdı, onların derdini anlatmaya çalışırdı. Onu vurdular.

Öbürü çok mutsuzdu. Griydi gözleri. Öfke doluydu, yok etmek isterdi katilleri, zalimleri. İçten içe inanırdı güzel şeylere. İçten içe düşlerdi çiçekleri ama bir türlü güvenemezdi bir gün güzelliği göreceğine. Bu yüzden kendini yıpratırdı, insanları da yorardı, hiç huzur bulamadı, ağlardı hep. O mide kanaması geçirdi, kan kustu. Kurumuş kanı kaldı yerde.

Sonraki turkuaz gözlüydü. Zehir gibiydi. Her şeyi bilirdi, anlardı, hem severdi, hem inanırdı, hem öğretirdi, hem öğrenirdi. Ateş gibi parlardı zulmü görünce. Linç etmeye kalktılar onu, kurtuldu. Vurmaya kalktılar, yine ölmedi. En sonunda hainin teki geldi, boğazladı onu. Kendi kanında boğuldu.

Bu hain yeryüzünün en korkak insanıydı. Gözleri yoktu. Hiçbir şeye inanmaz, ne kendini sever, ne insanları sever, maskeler takar durur, çırpınır kendini göstermeye çalışır, çalıştıkça daha derin batardı. Bu da döndü durdu, döndü durdu, vicdanı kaldıramadı yaptığını, kendi mezarını kazdı, yattı diğerlerinin yanına, sıktı kafasına.

Artık bir tek o var. Kabuk gibi, bomboş. Ne gözleri görür, ne kulakları duyar, ne tat alabilir, ne hissedebilir. Ne sıcaklar, ne üşür. Ne sevinir ne üzülür. Ne yapar, ne yapmaz. Geceleri huzursuz olan insanları engelleyebilecek bir şey yoktur. Tuzlu su doldu ciğerlerine. Boğulacak o da okyanusta.


03.01.2016    03.36