21 Ağustos 2017 Pazartesi

Şimdi, yeniden

Yola çıkıyorum
Özlemlerimi bitirmek ve yokluğunuzu görmek için
Güçten düştüğümü söyleyenler oldu
Onlara inanmıyorum
Deniyorum
Şimdi, yeniden

Karanlık en güzel kumaştan bir örtü
Çirkin olduğu söylenenler için
Denize gidiyorum
Nefretimi boğazlamak ve sevgimi doğurmak için
Kimse olmadığı kadar yalnız
Şimdi, yeniden

Ahşabın cilalısından bir ata bindim
Rüzgara inanıyorum
Derimden içeri işlemiş gizem
Merakım gökyüzünde asılı
Yıldızlarda yanıyor gerçek
Durduramazsın beni asla

Belirsizlik girdapları var zihnimin açıklarında
Zamanın dalgaları çarpıyor suratıma
Zincirli demir bile durduramaz bunu
Gökyüzü yanan köklerinden dökülüyor ufukta
Fırtınalardan kaçamazsın

Hiçbir halat tutamaz savrulan benliğimi
Bildiğim her şey alt üst oluyor
Yosunlu kayalarla birlikte yatıyor sağduyu
Tekrar söyle şarkını yabalı adam
Beni korkutamazsın, ben ölümlüyüm

Kavgadır benim kumum
Gün ışığı görmemiş yaratıklarına dizgin vururum
Gölgesi olmayan biri karanlıkta parlamaz
Ve paslanmaz hiç cilalanmamış demir
Sen de tahtınla birlikte gömüleceksin

Hiçbir yolculuk bitmez
Ardını doğurur her çürüyen et ve kemik
Gürültülü köpükten başka bir şey değilsin
Ateş doğunca şafaktan, ölmeye mahkum
Ve unutma dört bir yanına saçıldı ruhum
Lanetinim sonsuza kadar

Batıklardadır benim hikayem
Ne güven, ne huzur, ne sevgi
Bilemem görebilir miyim bir daha yapraklı kayaları
Gökyüzünün yeryüzünü yuttuğu yerde benim özgürlüğüm

Ahşap bir aslan boğuldu bugün
Güneşli günlerin çocukları için
Sözlerimi tuzla yuttum ciğerlerime
Benim özgürlüğüm okyanusta bitti

Şimdi, yeniden


02.25    20.08.2017











24 Ocak 2017 Salı

Alacak bir nefes bulamayanlara

Önce bitkinleşirsin
Yüzerken var olmasını umduğun karalara
İnat etmek
Hiçbir şey emeksiz kazanılmamıştır
Ve gelecek her şey götürecektir
Attığın kulaç seni su yüzünde tutmaz

Taviz vermek

Bütün vücudunun su yüzünde durmasına gerek yok

Dinlenmek

Sırt üstü dinlensem biraz
Az kaldı karaya
Yetmiyor kulaçlar
Ciğeler yetmiyor
Kan taşımıyor
Yüzmeye devam
Kafam batıyor
Dalgalar suratıma
Gerçekler hayatıma

Devam yılmak yok, mücadele et
Kafam suyun altı
Kafam suyun üstü
Az kaldı
Korkacak bir şey yok
Soğukluk kalbimden damarlarıma
Damarlarımdan uzuvlarıma
Gözler tam açık
Az kaldı

Hiçbir şey yok
Telaş yapma az kaldı
Daha hızlı, daha hızlı
Korkma geçecek
Soğukkanlı ol
Batıyorum

İlk uzuvlar yetmez
Batar çıkarsın
Batıp çıktıkça daha çok çırparsın
Daha çok yetmez
Ölüyorum

Kulaklarda basınç
Ciğerler yanıyor
Tuzlu su her yerimde
Yetmiyor
Bitiyorum
Yardım yok
Boşlukta siliniş
Bilincin kapanışı
Katıksız çatışmanın odağı ve mutlaklığın baş düşmanı bilinç
Dinamikliğin ve uyumsuzluğun merkezi bilinç

Kumun üstünde oynayan bir bebek
Kar topu atan bir çocuk
Kuşlar cıvıldıyor kovaya bir kürek daha atarken
Kar tanesi suratımda eriyor ve sessizlik
Bahçede papatyalar çıkmış
Yağmurun altında sigara içen bir genç
Değişen dünyayı ilk defa algılayan bir delikanlı
Nefes alamıyorum

Ailem
Sevdiklerim
Ve sevip sevebileceğim her şey ve herkes

Son bir çırpınış belki
Ciğerlerime doldu
Yakıyor

Bisikletten düşüşüm
O kitabı okuyuşum
İNANCIM
Sevgim
Tutunuşum

Erikler olmaya başladı

Beynime hücum eden kan
Parlayan gözlerin
Dünyanın en güzel kadınları
Köpekler ve kuyruklarını kıvıran kediler

Bitemez.

5 Ekim 2016 Çarşamba

Gibi


İki tane gözüm var
Çok merak ediyorsan
İlgini mi çektim
Tanrı mı sandın beni

Bitimliyim ben
Senin gibi
Dün bittim ben
Bugüne sarkan artıklarım

Tanrı mı sandım seni
Varoluşun yansıması gözlerin
Canlı mı sandım seni
Toplumun yansıması benliğin

Benim gibi

Kaçamadım buradan
Saklamak istediklerim gibi
Ellerin mi uzanmaz
Asfaltın altındaki toprak gibi

Müzik mi bu
Yok oluşun senfonisi
Şaşalı sözler
Doğum günü hediyesi

Yalan gibi

Tüketmek mi istiyoruz
Sifon gibi
Görmesek mi
Görsen ne olur ki

Atamaz mıyız
Sonsuz bir çığlık gibi
Durağan mıyız
Şehirler arası yolcular gibi

Şaşkınlık mı arıyorsun
Alışkanlıklar gibi
Korkuyor muyum
Meraktan çıkan hayaller gibi

Düzgün mü her şey
Çarpık suratlar gibi
Yüzleşsek gerçekle
Soğuk sulara dalar gibi

İnancın mı yok
Yobazlar gibi
Çelişik mi geldi sana
Normal olan gibi

Çok mu sürdü
Elde edilmez sanki
Sahip olmak mı lazım
Aptallar gibi

Tutabilir miyim ellerinden
Ayrılıklar gibi
Fırlasam gitsem
Dağların yamaçları gibi

Türetsek dallardan
Tüp bebekler gibi
Topraktan kaynasak
Düşük bebekler gibi

Okusa zihnim
Samimi reklamlar gibi
Küfürler etsem
Gururunu okşar gibi

Uyansam yalanlardan
Kurgular gibi
İçmesem artık
En pis müptezeller gibi

Tatlı gelse bunlar
En acı ölümler gibi
En güzelinden doğsa
Yumuşak bebek yanakları

Nefes alabilsem
Solunum yetmezliği gibi
Patlasam en güzel yerinden
Mutlak sıfırda gibi

Anlatamasam hiç birini
En yüce şairler gibi
Anlasalar beni
Sonradan anlaşılan filozoflar gibi

Kalıplara girmesem
Aynı fabrikadan çıkan tuğlalara benzesem
Utanmasam artık
Kaygı gibi

Saldırsalar bana
Zeytin dalları ve güvercinler gibi
Ağlamasam artık
Mahkemeler gibi

Durabilsem keşke
Işık hızı gibi
Galaksilere dönüşsem
Kara delikler mi?

Sonsuz olsam
Son sigaralar gibi
Duymasanız beni
Beethoven gibi

Sözlerim mi ağzımdan çıkan
Sessizliğim gibi
Sevmek istemiştim

Nefret ettiğim gibi

00:07     06.10.16

4 Mart 2016 Cuma

Ouroboros

Sigara içebilmek için bişiler atıştırmak kadar iğrenç bişi var mı bu dünyada
Daha çok ölebilmek için daha çok yaşamak Yaşayan vazgeçiş, somut inançsızlık Kim mutluysa yalan söylüyodur, napsak toplu intihar falan mı etsek Bunca stres, korku, nefret, ölüm....
Geç lan bunları, sende biliyorsun ki ellerimizin ötesi cennet, asfaltın altı toprak, kıyafetlerimizin ardı doğa, hayallerimizin ardı gerçek, mezarın üstü çiçek, nefretin ardı aşk
Birazcık dişini sıksan, birazcık dirensen, birazcık üretsen doğuracaksın körpe dünyayı, taze ilişkileri, güzel kokan çorbaları, inanamayacak kadar korkak olduğun için dökülüyor ağzından bu laflar
Ben şimdi sana inanıyorum ya kuzum, inanıyorum ya içi parlayan güzel gözlerine, o çok ince düşünceliliğine
Bir o kadar da inanmıyorum, eminim sanki her şey bozulacak, bütün güzellikler çirkinleşecek, ellerin kuruyacak, gözlerin donuklaşacak, sevgin nefrete dönüşecek, eşitliğimiz iktidara dönüşecek, saçların yapaylaşacak, tatlı sözler laf sokmalara dönüşecek ve daha bir sürüsü bunlar sadece fragman
Beni böyle düşünmeye itenler mi suçlu yoksa onları bu hale getiren şartlar mı ?, yargılarımı bu kadar kesin kılan ben mi suçluyum yoksa ailem mi, yoksa onların aileleri mi, çevrem mi geçmişim mi ?
Seçenler mi suçlu yoksa seçemeyenler mi ?
Şüphe mi suçlu, kesinlik mi ?
Dil bilgisi mi suçlu, serbestlik mi
Özgürlüğün sınırı nerde biter ?
Samimiyetimizin ardı şov, onun ardı samimiyet, onun ardı şov
Şovmimiyet ouroborosu
Savaşanlar gerçekten savaşıyor mu, savaşmayanlar savaşanlar da kusur mu buluyor yoksa hepsi biraz kusurlu mu ?
Her şey kusurluysa neye göre seveceğiz ? Ne kadar seversen sev ne birisine bi yerden sonra tahammül edebilirsin ne de kendine Bu yüzden insanlar arasında yalnız kalmak, yalnızken insan içine çıkmak istersin Konuşurken susmak, susarken konuşmak istersin Anlatırken samimi olmak, samimiyken imaj çizmek istersin
Evet ! Kesinlikle bütün bunların ardında kazanacak tek bir güç var, yaşam, sevgi, güzellik, huzur
Bir şeyi içselleştirmek aslında ona yabancılaşmak anlamına geliyor Gerçeğin teyit etmediği her doğru, doğruluğunu kaybedip boş inanca dönüşüyor, sonra o doğrunun artık bir anlamı kalmıyor ama yine de içinde duruyor Sonra bir bakıyorsun gerçeğin teyit etmesi izafi O zaman doğru ne ?
Düzen ne, kaos ne ?
DENGE NE UZLAŞMA NE SENTEZ NE
Geçmiş, gelecek, şu an ne ?
Varlık ne yokluk ne ?
Bugün mutlusun ve eminsin, yarın mutsuzsun ve dağılmışsın
İnsana statiklik mi gerek ? Değişmeden duramazsın, aynılığın fazlası ölüm, değişimin fazlası kimliksizlik
Hangi taşa tutunacaksın deprem oluyor
Taşa mı dönüşeceksin, yoksa depremin kendisi misin ?
TEKRAR DENGE NE ?
Ayarı tutturabilir misin yoksa ayarlar mı seni tutturur ?
İrade mi determinizm mi ?
Yoksa otodeterminizm mi ?
TEKRAR SENTEZ NE ?
Yükselir misin, yığılır mısın ?
Yaratabilir misin, makineleşir misin ?
Etken misin, edilgen mi ?
Bu sorulara verecek cevapların mı var ? O zaman neden geleceği görmüyorsun ? Eksik misin kusurlu mu, tamam mısın mükemmel mi ?
Baksana hem savruluyorsun hem seçiyorsun, hem belirleniyor hem belirliyorsun, kedinin lazeri kovalaması gibi
Peki o zaman son bir soru, sonra ben kaçıyorum,
Yaşam mı suçlu, ölüm mü ?
Yaşam - Ölüm Ouroborosu
04.03.16. 02.12



2 Ocak 2016 Cumartesi

Varlıksız

Geceleri huzursuz olan insanları engelleyebilecek bir şey yoktur. Gözlerini kapamakta istemiyordu, açmakta. Nefretiyle sevgisi bütünleşmiş kıvranıyordu. Aklına geldi kaybettikleri, toprakla sonsuzluğu bir bütün gibi tanımasına sebep olanları. Parça parça yok olmuştu hepsi. İlk giden geldi aklına, bebekti daha. Hunharca gülerdi basit şeylere. Cee-eeeee yapardı gülerdi. Burnuna basıp biiiip yapardı, gülerdi. Çok güzeldi, yeşil gözleri vardı. Eline ne alsa bir şeylere çevirirdi. Kartondan evler yapardı, çöplerden kuleler yapardı. Sarıldığı zaman yeşil gözleri ıslak ıslak olurdu. Döve döve öldürdüler onu, işkencede gitti. Birileri onu dövdü, birileri de izledi. Ölünce de hiçbir şey olmamış gibi arkalarını dönüp başka çocukları öldürmeye gittiler. Bir tek annesi, bir de o yandı ona, yitip gittiler sonra.

Sonra öbürü, çocuktu onun gibi, bunun gözleri kahverengiydi. Zıplardı sürekli, koşardı. Bu da çok güzel gülerdi, hayalleri vardı, bir gün Tarzan olmak isterdi, bir gün astronot, bir gün ressam. Severdi herkesi, sıcak bir gülümsemeden başka bir şey istemezdi. Kızardı iteledikleri zaman, kahverengi gözleri insanlıkla dolardı. Ağlamazdı ama, başını eğerdi. Sokağa attılar onu, evsiz kaldı. Açlıktan öldü. Bir gün boyunca kimse anlamadı öldüğünü. İkinci gün alıp kimsesizler mezarlığına gömdüler, hatırlanmadı bile.

Öbürü geldi sonra, siyah gözlü olan. Ürkekti bu, korkardı yok olmaktan. Sık sık sarılırdı insanlara, dertlerini anlamak isterdi, belki elinden bir şey gelir diye. Yardım etmek isterdi, beraberce gülmek isterdi. Oyunlar yapardı, şarkılar söylerdi. Şarkıları çok güzeldi. Tutup attılar onu camdan aşağı. Çarpık gülümsemesi kanlı ağzında kaldı.

Sonraki hırçındı. Elaydı gözleri. Başına bir şey gelmesin diye iteklerdi insanları. Önemsenmek isterdi, birileri gözlerine baksın isterdi. Elinden her iş gelirdi, birileri görsün onu diye her şeyi becerir, her şeyi öğrenirdi. Sürgün ettiler onu. Hasretinden öldü.

Sonraki sevgi doluydu. Maviydi gözleri. Tek istediği güzellik yapmaktı. Ağaçlar dikmek isterdi her yere. Gülümsemek isterdi sürekli. Hayvanların özgür olmasını, koşmalarını isterdi. Bağırırdı, çağırırdı, onların derdini anlatmaya çalışırdı. Onu vurdular.

Öbürü çok mutsuzdu. Griydi gözleri. Öfke doluydu, yok etmek isterdi katilleri, zalimleri. İçten içe inanırdı güzel şeylere. İçten içe düşlerdi çiçekleri ama bir türlü güvenemezdi bir gün güzelliği göreceğine. Bu yüzden kendini yıpratırdı, insanları da yorardı, hiç huzur bulamadı, ağlardı hep. O mide kanaması geçirdi, kan kustu. Kurumuş kanı kaldı yerde.

Sonraki turkuaz gözlüydü. Zehir gibiydi. Her şeyi bilirdi, anlardı, hem severdi, hem inanırdı, hem öğretirdi, hem öğrenirdi. Ateş gibi parlardı zulmü görünce. Linç etmeye kalktılar onu, kurtuldu. Vurmaya kalktılar, yine ölmedi. En sonunda hainin teki geldi, boğazladı onu. Kendi kanında boğuldu.

Bu hain yeryüzünün en korkak insanıydı. Gözleri yoktu. Hiçbir şeye inanmaz, ne kendini sever, ne insanları sever, maskeler takar durur, çırpınır kendini göstermeye çalışır, çalıştıkça daha derin batardı. Bu da döndü durdu, döndü durdu, vicdanı kaldıramadı yaptığını, kendi mezarını kazdı, yattı diğerlerinin yanına, sıktı kafasına.

Artık bir tek o var. Kabuk gibi, bomboş. Ne gözleri görür, ne kulakları duyar, ne tat alabilir, ne hissedebilir. Ne sıcaklar, ne üşür. Ne sevinir ne üzülür. Ne yapar, ne yapmaz. Geceleri huzursuz olan insanları engelleyebilecek bir şey yoktur. Tuzlu su doldu ciğerlerine. Boğulacak o da okyanusta.


03.01.2016    03.36

13 Eylül 2015 Pazar

Korkak (Çekindiğin her şey seni yönetir)

- Seninle konuşmak istedim
- Neden ? Konuşacak ne kaldı ki ?
- Olayları dramatize ediyorsun, hayatımı sana göre yaşayamam ki.
- Bana göre yaşamanı istememiştim, kendine göre yaşamanı istemiştim, topluma göre değil.
- Benim seçimlerimi yargılayabileceğini mi sanıyorsun, sen daha seçimlerini yapmamış birisin.
- Benim seçimlerimi anlayabilmen için ağzına tıkılmış paraları tükürmen lazım.
- Asla büyümeyeceksin, hayal dünyasında yaşayan mızmız bir çocuk olarak kalacaksın.
- Siktir git.
- Beyins-
- SİKTİR GİT!

- Seninle konuşmak istedim
- Konuşalım
- Sana anlatmak istedim ama nasıl anlatacağımı bilemedim.
- Siktir git.

- Seninle konuşmak istedim
- Buyur konuş
- Bu mektubun sende kalmasını istiyorum. Çok güzeldi.
 ( Mektubu yırtar )
- Siktir git.
- Ned-
- SİKTİR GİT!

- Seninle konuşmak istedim.
- Siktir git, bir daha karşıma çıkma.

 Ne yaparsa yapsın içinde yanan siktir git ateşini söndüremiyordu. Bazı durumlar sadece tek şekilde bitebilir. Değişimin kaçınılmaz ve belirlenemez zincirlerindeki bu belirlenebilirlik şaşırtıcı olduğu kadar ürperticidir de. Yöresel kıyafetlerini giyen bir insanı '' Teröre yardım etmek ve teröristleri desteklemek '' veyahut bizzat '' Terörist '' olarak görüp, onu linç etmeyi, Atatürk büstü öptürmeyi, ve öldürmeyi meşru gören insanların, ölen çocuklarını ve annelerini buzlukta ve tavukçuda saklamak zorunda kalan, çöpten ekmeğini çıkaran yetmiş beş yaşındaki bir insanın sokağın ortasında vurulmasını kabul etmeleri gereken ve bu insanın cesedini oradan alıp gömemeyen, okullarının önüne bomba koyulan, saklanan bombalar yüzünden çocuklarının uzuvları kopan, arabayla üzerilerinden geçilen, yakılan, boğazından bıçaklanan, kundaktaki bebekleri ölen, ve sonsuza kadar saymaya devam edebileceğimiz katliama maruz kalmış ve kalan insanların eline silah alıp savaşmasını vatana ihanet ve terör olarak görmeleri kadar şaşırtıcı ve ürpertici. Ölüm, katliam ve vahşet hayatının gerçekleri haline gelmiş insanların iradesinin ve sevgisinin yanında, kendilerine toplumdan enjekte edilmiş faşizmi ağızlarından köpükler saça saça dışarı vuran ve bundan keyif alan insanların şuursuzlukları, rüzgarda uçuşan çöp poşetleri gibi dağılıp gidecektir. İşin ucu kendi yaşam tarzlarına ve biçimlerine dokunduğu zaman polisi iktidarın köpeği, medyayı yavşak ve yalaka gören, bütün bunların koltuklarını kaybetmekten korkan kodamanlar yüzünden olduğunu söyleyenler, iş kendi fetişist, nekrofili, etnik hastalıklarına geldiği zaman hükümeti, polisi ve medyayı, bizzat devleti dayanak almaları, dayanak aldıkları devlet gibi kokuştuklarını gösteriyor. Cenazeler üstünden rant yapan, koltuğunu ve kirli ellerini gencecik insanların tabutlarının üstüne koymaktan zerre çekinmeyen, bu insanların yakınlarına hakaret eden, cezalandırmaktan gocunmayan iblislerin söylemlerini ve yalanlarını paylaşmaları ve planlarına yardımcı olmaları da mide bulandırıcıdır. Ama bütün bu ivmelenen ölüm çukuruna ve ölüm severliğe rağmen yaşam kazanacak. Çünkü ölümü korku besler, yaşamı ise sevgi. Korkan insan eylem yapabilme ve değiştirme kabiliyetinden yoksundur, bütün değişimleri ve hakiki güzellikleri ise seven insanlar yaratmıştır. Bu yüzden korku yok olmaya, ölmeye mahkumdur. Varlığın ve tarihin sonsuz değişim çarklarında sadece sevgi var olabilir, ve etkileyebilir. Bu yüzden her zaman kazanır ve kazanacaktır.

Barış kaçınılmazdır

Bütün korkanlar, saklanın klavyelerinize, bıçaklarınıza, silahlarınıza, bombalarınıza, bankalarınıza, sıfatlarınıza, devletlerinize ve pisliğinize.

İşte bütün bunlardan dolayı siktirip gitmelisin.



Mermerin soğuğunu ancak ucuz lastik ayakkabılar çeker
Sindirir
Silindirden kibir kuleleri
Altında boynu bükük çamlar, çınarlar
Gökyüzü burnunu çekmiş yukarı
İğrenç bir kokudan tiksinmiş sanki

Ve biz
Olanca olamayan varlığıyla, ördek bağırtıları gibi kesik ve ani deniyoruz
Yaşamayı
Sevmeyi
Boğulmamayı

Gasp edilmiş düşlerimize ulaşmaya çalışıyoruz
Ayağına beton dökülüp çamura atılmış özümüzü
Çıkarabilirsek bunu
Köpeklerin süt ve çürük dişinden
Koca kafalarından çıkartacağız

Dayanışmanın ve inanmanın yayvan huzuru kaplasa da bedenimizi
Ruhlarımıza vurulan prangalar zor ve çetin
Fakat gökyüzü kızgın ve güler yüzlü

Yağmur yağacak

BORAN YAKINDIR!

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Bir Sarhoşun Ölümü 3

Siyah ışıklar var.

Beyaz çizgili siyah ışıkların arasına saklanmış yaşamlar var.

O an var mı, yoksa geçti mi, yoksa orada mıyım ?

Kafam çok güzel. Hehe

Eve gidince uyuyacağım

Evim yok.

Minderime yatacağım.

Minderim yırtık, minderim çöp.

O zaman biraz daha uyuşacağım.



Ördekler ve kuğular. Bazen gölde yüzerler, bazense kafalarını sırtlarına koyup uyurlar. Bu hayvanlar nasıl yaşar ? Ne düşünürler, ne beklerler hayattan ? Kimse gelip bana onlar düşünmez iç güdüyle yaşar falan demesin, köpek gibi düşünüyorlar. Tipleri de komik he, komiklik izafi de olsa, ya da inanmasam da gülüşlere. Nerede yatıyor kahkahalarım, ziyaretine mi gitsem ? Yoksa göğsüme bir yarık mı ekler bu fetişist ziyaret ? Romanov koyunu diye bişi var lan, komiğime gitti. Komiklik gidilen bir şey mi yoksa, o mu gelir ?

Yıldızların gökyüzünden döküldüğü ağır gecelerdendi, şehir ışıklarının pis perdesi olsa da, gönlünde birkaç damla varlık kalmış olanlar bu ağırlığın altında ezilir. Birileri bir yerde kurutma makinesiyle saçlarını kuruturken birileri zaman ve evren içerisinde çarpık yolculuklara çıkar. Cemil on yedi yaşında bir delikanlıydı o zaman. Tonlarca gecenin altında oturmuş, gizli gizli sigarasını içiyordu. Saatlerdir çiseleyen yağmur kafasına, yanaklarına, omzuna değiyordu, o ise bunda metafizik bir huşu buluyordu. Duyguları, arzuları kabarmıştı, nasıl dışa vuracağını bilmiyordu. Kaldırıma çıkan salyangozları tek tek toprağa koymaya başladı. Hakikaten nasıl hayvanlardı bu salyangozlar ? Ne düşünürdü bunlar, ne arzulardı, niye varlardı ? Göle baktı, damlaların izleri ne kadar da uyumluydu gerçeklerle. Niye duruyor ki orada ? Hassiktir, intihar edecek !
-           
     DUR YAPMA, DUR, BEKLE
-         
        SANANE LAN, SANA MI SORUCAM NAPACAĞIMI ! 
     
     Koşa koşa köprüye gitti, ayağına beton tuğla bağlamış, yirmi yaşlarında bir kadın köprünün korkuluklarına tutunmuş, yaşlı gözlerle bir ona, bir suya bakıyordu.
-         
        Neden yapacaksın bunu, yaşamdan güzel ne var !?
-         
       Anlatsam anlayacak mısın ki ! Anlayabilsen benim yerime sen burada olurdun !
-       
          Seninle birlikte buradayım zaten, seninle birlikte varım, sen atlarsan bende atlayıp ipi keserim.
-         
    Siktir git çocuk ! Bırak da huzurlu öleyim, yaşamı eziyet ettiniz bana, bari burada rahat bırakın !

Ve taşı itti.

Saniyeler içerisinde insanlar tecrübeleriyle karar verir, hayata gerçekten inananlar cesur olurlar, yeni şeyleri kucaklarlar. Bu kararlar her zaman doğru olmasa da yargılanması da zordur, zaman aralığı genişledikçe yargılamak kolaylaşır. Cemil de deli çocuğun tekiydi, oradan öyle atlamak kolay değildi, köprü yüksek olmasa da kız batacaktı, dalmak da kolay değildi, hava da karanlıktı ama kızın ıslak gözlerinin donuk iki organa dönüşmesindense ölümle yüz yüze gelmeyi yeğledi. Sözünü tuttu ve çivileme daldı suya. Manyak Cemil.

Suya daldığı ilk anda ne olduğunu pek anlamadı, o hızla dört metre kadar batmıştı zaten. Köpüklerin dağılmasıyla üç metre kadar aşağı da kızı gördü. Az önce ki kararlı halinden eser yoktu, çırpınıyordu, o da Cemili fark etti. Cemil bir an için tereddüt etse de, - çünkü ölmekte olan insan her şeyi yapabilirdi -, bu düşünceyi kafasından hemen silip daldı. Beklediğinin aksine kız ona tutunmadı bile, baloncuklar çıkararak ne yapacağını izledi. Dalmasıyla birlikte basınç kulaklarına ve ciğerlerine hücum etti. Çakısını çıkarıp naylon ipi iki darbede kesti. Kız yukarı doğru yüzmeye başladı, kendisi de arkasından. Ciğerleri yanmaya başlamıştı, çabuk olmalıydı, bu kısa korku yanmayı arttırdı. Kızın yüzerken sık sık kendisine baktığını fark etti, sevindi. Onlar da ne, ördekler mi ?

Bir süre yeryüzündeki bütün oksijeni tüketircesine soludular. Sonra hiç konuşmadan kıyıya yüzdüler. Beklediğinin aksine ne bir teşekkür duydu, ne bir azarlama. Islak ıslak oturup taşların üstüne titreyerek nefeslerinin normale dönmesini beklediler.
-       
           Neden yaptın ?
-      
           Neyi neden yaptım ?

Adrenalinden Cemilin kafası pek çalışmadı.
-     
            Neden atladın, neden hayatını riske attın, neden ölmek isteyen birini kurtardın.

Cemil yazlık sinemaları çok severdi, bu yüzden etkilemek istediği insanlarla filmlerdeki gibi konuşurdu, bir süre bekledi
-     
           Ölmek isteyen birinin arkasında bir sürü kötü olay vardır, ve bu olayların altında ezilmiştir ama biri gelip taşımasına ve savurup atmasına yardım ederse bu olayların üstüne çıkıp göklere yükselebilir

Dedi.

Kız ıslak ve beyaz suratıyla yüzüne bakarken dayanamadı ve
-    
           Gözlerin. Bi de gözlerinden dolayı. Çok güzeller.

Vay be utangaç Cemil, krizi fırsata çevirdin şerefsizim.


İnsan neden ölmek ister peki ? Cemil haklı mı gerçekten insan kötü olayların altında mı ezilir ? Bence insan ölümle yüzleşene kadar, ölümü stabilitenin olduğu, bu süreklilikten de huzurun doğduğu bir sonsuz dinlenme alanı olarak görür içten içe. Ve insan hep olanı değil olmayanı ister. Aslında insanın doğası bir an ile değil, değişimin çözülemez zincirleriyle örülmüştür. Ölümün buz gibi suları suratına çarptığında anlar, yokluğun tek düze bir varlık içermediğini ve belirlenemez acılar arasında kum zerresi kadar kalmış umut gözünde büyür büyür, dağ kadar Ay kadar olur. Ama Cemil ve çakısı yoksa artık çok geçtir. Belki de bunların hepsi zırvadır, kararlı bi şekilde yok olmak ister insan. Bilemiyorum.

Beklenen oldu, Cemil kıza aşık oldu. Uzun süre sürdü ilişkileri. Sonra Cemil yirmi yaşına geldi. Cemil işsiz kaldı, Cemil depresyona girdi. Cemil tanınmayacak hale geldi. Kendini borçlu hisseden kadın Cemilin ellerini öptü. Cemile sonsuz teşekkür etti, sarıldı, ağladı, yanağından öptü ve gitti. Cemil yalnız kaldı. Cemil anlamadı. Cemil kokmaya başladı. Cemil aç kaldı. Cemil inanmaya başladı. Cemil savaşmaya başladı. Cemil adam oldu. Cemil aktı gitti şerefsizim. Helal sana Cemil. Alem Cemil gibi delikanlı görmedi. Cemil mazlumların babası, Cemil halkın asası, Cemil bir alemin aslanı. Cemil fazla güvendi.

Cemili linç ettiler, ötelediler. Cemil iyilik etti kötülük buldu. Yıprandı yine düştü, düştü savaştı, düştü savaştı, kalktı düştü, Cemil elden ayaktan kesildi. Bir daha kalkamadı. Cemil küstü.

-   
            Niye atlamış ?
-         
     Ne biliyim amına koyim, gören yok, duyan yok.
-         
     Yazık gencecik.
-         
     Çok da güzelmiş.

 O sabah olay yeri gölde bir kadın cesedi buldu. Siyah torbaya koyup ambulansa götürdüler. Oradan morga gitti, oradan kimsesizler mezarlığına.

Cemil o olaydan sonra gurbete gitti. Çalıştı para kazandı, yine uslu durmadı oradan da sürgün oldu. Ve Cemil kayboldu, ne duyan, ne gören.


Bir dağ ve taş bir köprü akar suyun üstünde. Ekşi bir koku, canlı kokuyor burası. Yıldızlar dökülürken taş köprünün altındaki su çağlıyor. Köpük köpük. Köprüye çıkmak istiyor ya, köprünün ucu çetin, yaman bir kayanın üstünde. Tırmanıyor tırmanıyor, elleri kan revan. Sonunda köprüde. Bacakları çelikten oturağı tahtadan bir tabure köprünün üstünde. Yorulmuştu, oturdu. Köprü yıkıldı, azgın sular taştan taşa vurdu. Kafası kanıyor. Ağaç dallarına tutundu. Tutunduğu dallar ellerinde kaldı. Nefes alamıyor, ciğerleri eziliyor. Yağmur yağıyor. Sigara koktu. Taştan taşa çarptı. Suda siyah naylon poşetler. Kafam mı güzel ? Sular yavaşladı. Sular onu sakin bir ağacın altına bıraktı. İnceden şırlayan su dışında ses  yok. Yıldızlar birer kandil. Toprakta salyangoz kabukları. Her tarafı kan revan ama mutlu. Karanlıktan bakan bir çift göz. Ekşi koku gitti. Ilık rüzgarlar geldi. Elleri perdeli. Artık boğulmaz. Çift göze doğru yürüdü. Gözün karanlığına yattı. Göz karardı.


O an bu an mı ? Taş bir köprüdeyim. Islak saç kokuyor. Ördek mi onlar ? Neden yüzerler ? Çakım olmasaydı atlar mıydım ? Biraz çelik, biraz tahta, biraz insan ? Madde ve yaşam. Beni buraya sular getirdi. Ama artık boğulmam ellerim perdeli. Yıldızlar suya yansıyor. Kocaman parlak gözler gibi. Çok güzeller.

İlk önce eski çakı düştü suya, suyun dibinde parlıyor sanki. Ayağımda bir ip. Ekşi koku bütün vurgusuyla kulağımda, ciğerimde.

Ama sen atlarsan bende atlarım.



-        
     Niye atlamış ?
-         
     Ne biliyim amına koyim, gören yok, duyan yok.
-         
     Evsizmiş heralde üstüne başına baksana.
-         
     Yazık.